11 Ağustos 2008

insanlığın ortak belleği üzerine I

03 Ağustos 2008, Pazar
saat: 19:20


insanlığın ortak belleği üzerine I

14 kasım 1942 / Almanya

Yağmurlu bir gündü. İliklere işleyen bir soğuk vardı. Yeşil yün parkamı üzerime geçirip esirlerin bulunduğu bölüme geçerken o kısacık zamanda soğuktan titredim. Esirlerin bulunduğu alana geçtiğimde emir erim yanıma yanaştı ve arka tarafta "bana layık olmayan" ama yine de görmemi istediği bir şey olduğundan bahsetti. İlgisizce "tamam" dedim. Sakin adımlarla arkaya geçtim. Çırılçıplak soyulmuş 15-16 yaşlarında bir Yahudi kızı bana bakıyordu. Korkudan bembeyazdı. ona uzun uzun baktım. Belki de hayatımda gördüğüm en güzel kızdı. Yeşil gözleri, bembeyaz bir teni, siyah petrol gibi parlak uzun saçları vardı. Karargaha dün getirilmişti. Emir erim zevklerimi bildiğinden onu hemen bir kenara ayırmıştı. Onu karargahtaki konaklama odama götürmelerini emrettim. Güzelce yıkamalarını ve yedirip içirmelerini de ekledim. Yaklaşık iki saat kadar sonra ofisimdeki telefon çaldı, emir erim "odanız temizlendi efendim emrinize amadedir" dedi. Sakin hareketlerle üzerime yeşil parkamı geçirdim. Ofisin kapısında belirince şoförüm hemen ayağa kalkıp arabayı hazırlamak için kapıya doğru koştu, "dur!" diye bağırdım. Olduğu yere çakılıp hemen yüzünü bana döndü. "arabaya gerek yok, yürüyeceğim" dedim. Beton binanın kapısına çıktığımda yerdeki çamur ve hala yağan yağmur, buz gibi soğukla karışınca mideme bir bulantı saldı. Yol gözümde büyüyüverdi. Arkama dönüp şoförü çağırmayı düşündüm. Sonra tekrar yürümek fikri ağır bastı. Parkamın düğmelerini iyice ilikleyip bu kez hızlı adımlarla konaklama odama doğru yola düştüm. Yol boyunca kızın yeşil gözlerini ve güzel bacaklarını düşündüm. Upuzun, bembeyaz bacaklar. Henüz yeni yeni tüylenmiş avret yerlerini düşündüm. Yuvarlak ve beyaz kalçasını, ufacık uçlarıyla bir portakal büyüklüğünde göğüslerini... adımlarım iyice hızlandı, bir an önce odaya ulaşmak istiyordum. Yol boyunca karargah binalarının önünde nöbet tutan erler selam duruyor bense onları fark edemiyordum bile, bütün beynim şu anda o Yahudi kızıyla doluydu. Ona neler yapacağımı düşünüyordum zevkle. Odaya vardığımda temizlik görevlisi kadın kapıyı açtı. Ürkek bakışlarla hemen kabanını alıp önümde eğilerek ben daha içeri giremeden kaçıp gitti. Kızı yatak odamda kelepçelenmiş buldum. Rengi biraz kendine gelmişti. Ama hala gözlerindeki korku yerli yerinde duruyordu. Odaya girdiğimde bana nefretle baktı. Sanki birden bire neler olduğunu fark etmişti. Parkamı yavaş hareketlerle çıkardım. Sonra üniformamın ceketini çıkardım, kravatımı gevşettim. Pantolonun kemerini çıkarıp arkamdaki dolaba yöneldim. Deri kırbacımı çıkardım. Tekrar arkamı dönüp Yahudi kızın yüzüne baktığımda korku ve nefret yerini çaresizliğe bırakmıştı. Bu çaresiz bakış beni kendimden geçirdi. onu kırbaçlama isteğim bu bakışla birlikte daha da şiddetlendi. Kelepçesinden tutup yere yatırdım. Yüzüstü çevirip sırtına ilk kırbacı şaklattım. Hafif bir inleme duydum. Bağırmamak için kendini kasmış fakat bu sese engel olamamıştı. Bağırsa belki tiksinirdim ondan, ama bu tavrı beni de azdırdıkça azdırıyordu. Kırbacımı olabildiğince havaya kaldırıp ikinci bir fiske patlattım sırtından kalçasına doğru. Bu kez daha ince bir inilti duydum. Saçlarından tutup yüzünü çevirdim. Gözleri ıslanmıştı. Kırbaçımı tekrar kaldırdım göğüslerine hızla indirdim. Çok derin bir inleme sesi duyduğumda artık kendimden geçmiştim. Durmadan kırbaçlıyordum. Önce kızardı teni sonra ince ince kanamaya başladı. Kanamaya başladığı sıralarda "yeter" diye bağırdı. Ama sesi o kadar sönük çıktı ki. Aksanından bir Polonya Yahudi'si olduğu açıktı. Saçlarından tutup yüz üstü yatağa fırlattım. Pantolonumu çıkarıp arkasına geçtim. İçine ittiğimde hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Bir kızın ilk saflığını ele geçirmek kadar zevk aldığım bir ikinci şey daha yoktu. Her tarafı kan içindeydi. Deliye dönmüştüm. Bir hayvan gibi beceriyordum onu. Hıçkıra hıçkıra ağladığını duydukça daha da zevk alıyordum. Saçlarını çekiyor, kırbaç yaralarıyla kanayana kalçasını tokatlıyordum zevkten öyle kendimden geçmiştim ki, hızla boşaldım. Üzerinden kalktım. Kan lekeleriyle dolmuş pantolonumu üzerimden çıkarıp bir kenara fırlattım. Dolabımdan diğer pantolonlarımdan birini alıp üzerime geçirdim. Yatakta tamamen sessiz öylece uzanan kızı saçlarından kavrayıp odanın bahçeye açılan kapısına sürükledim. Bahçe kapısını açtığımda dışarıdaki keskin soğuk bir anda odaya doldu. Kızı kapının önüne bırakıp parkamı almaya gittim. Parkamı üzerime geçirip odaya geldim. Kapıdan dışarı çıkardım kızı, hala hafifi hafif yağan yağmurun altında bahçedeki çamurun üzerine fırlattım kızı, titriyordu. Odaya geri döndüm. Çekmecemden silahımı aldım. Tekrar bahçeye çıkıp kızın tepesinde dikildim. "bana bak" dedim. Saçları ve kafası çamurun içindeydi. Hareketsizdi. Tekrar "bana bak!" diye bağırdım. Hiçbir hareket yoktu. Kafasına postalımla sert bir tekme attım. Yüzü şimdi bana dönmüştü. Gözleri açıktı ama görüyor gibi değillerdi. Yeşil gözleri kan çanağına dönmüştü. Suratının ortasına doğrulttum silahımı, o anda yüzünde garip bir ifade belirdi. Alaycı bir ifade. Sanki benimle alay ediyor gibiydi. Çılgına döndüm. Suratını tekmelemeye başladım. Belki yirmi belki otuz tekme attım üst üste. Bütün suratı paramparça oldu. Sonra alnının tam orta yerine bir kurşun sıktım. İçeri girip duş aldım, yeni kıyafetler giydim üzerime, yatağın üzerindeki örtüleri de çöpe koydum. Emir erimi aradım. "Yanına iki er alıp gel, odamı ve bahçemi temizleyin, temizlikçi kadına da söyle gelip ortalığı toplasın" dedim. Odadan çıkarken tekrar bahçe kapısının camlarından dışarıdaki kıza baktım, çamur ve kan birbirine karışmıştı ve hala yağmur yağıyordu. Karargahtaki ofisime gitmek üzere yola çıktım.