1 Ocak 2009

tijen

günahlar, günahlar, günahlar...
gün gelir zaman bizi aklar...
yıkanır ihanetler, yıkanır ahlar
ne olur sen de beni affet
kahır değil bu kıyamet...
cezamızı çekiyor gibiyiz
belki de nihayet
sanki çalınırsa kapımız
tekrar anılırsa adımız
o zaman sarılır kanayan yaramız


uyanıp ekmek almak için aşağı indim
çok yavaş ama iri tanelerle sakin bir kar yağıyordu
sessizlik güzeldi
sonra eve çıkıp bir ritüel gibi müzik setini açıp cd'yi koydum ve çalmaya başladım.
artık iyiden iyiye geçmişin yokluğuna inanıyorum galiba
sadece bir düştü düşledik bitti
şimdi zamanın bizi aklayacağı günü beklemekle zamanı geçirmeye uğraşıyoruz ya da ona benzer birşeyler.
geçen pahalı bir saat markasının gazete reklamını okurken tekrar aynı saçmalıklara boğulmuş halde buluverdim beynimi.
reklamda diyorduki "size zamanı tam ölçen saatler sunuyoruz" sonra da teknolojilerinin ne kadar üstün olduğunu anlatıyorlardı. ah zaman ah. seni teknolojileriyle ölçüyorlar. benim arsız kızıl saçlı çil yüzlü biricik evladım. gözlerinde bir merkep saflığı taşıyan küçük veledim. kafalarımızın içindeki devasa yanılgı. binlerce yokluğa biat edişimiz gibi senin önünde de boynumuz bir giyotin önündeki kadar nazik. sana da boyun eğiyoruz. çok güçlü olduğundan mı? öyle mi sanıyorsun? gücün yokluğundan geliyor ey zavallı zaman! birçok koca güç gibi sen de gücünü yokluğundan alıyorsun. bilginin bilgelikten güçlü oluşu gibi mesela. cehaletin nezaketten güçlü oluşu gibi ya da... yokluk herşeye benzetilebilir tijen. bunu anlıyor musun bilmiyorum. yıllardır düşündüğüm halde bunu anlamıyorum tijen. hayatıma nerede girdiğini de anlamıyorum. gözlerini tanıyorum, dudaklarını da zira. yemyeşil gözlerini yıllar önce bir dağın tepesinde gördüğüm ufak bir göle benzetişimi de hatırlıyorum. seni kafamın içinde yaratıp sonra da her gece yatağıma alışımı da hatırlıyorum. ama hikaye nerede başladı? hatırlamıyorum tijen. sesinin tınısını, yumaşka dokunuşunu ya da şöyle söyleyeyim hiddetlenince alnındaki çizgileri... hepsini hatırlıyorum tijen. yoksa diren miydi adın? herşey karıştırıyorum tijen. yaşlı bir adam gibiyim. yavaşça dolduruyorum çayımı. sabah uyanıp çiçeklere su veriyorum. gezegenimde mutluyum tijen. gezegenimin ucunda durup gün batımları izliyorum ve gün doğumlarını kaç yıllardır yakalayamıyorum. halbuki üzerime gün doğurmamalıyım uyanıp ben onun üzerine doğmalıyım falan filan bütün bu saçmalaıklarla doldurduğum kuşbeyinli kafamda mutluluğumu ve umudumu, hocanın sağlam direğe bağladığı merkebine benzer şekilde cennette kalın bir ağaç gövdesine bağladım. o günden bu yana onlarla uğraşmıyorum. kötülükler ve katliamlar içimdeki sesi bastıramıyor. bazen başım ağrıyor tijen. hani şu şakak tarafları. içimde haykıran sese katlanamadığımdandır diyorum. o yüzden de ne ilaç alıyorum ne o ağrıdan kurtulmaya çalışıyorum. kafam için o ağrılar bir ödül gibi. ben de tadını çıkarmaya çalışıyorum. içimdeki o gümbür gümbür sesin olumlaması belki de. evet içimde bir haykırış var diyorum böylece. aslında tijen, sen de çok seversin ya hani bu 'aslında'ları. aslında şöyle düşünüyorum tijen. sık sık seni de düşünüyorum hemen asma yüzünü lütfen. senin de benim gibi içinde uslanmaz bir antigonist barındırdığını biliyorum. ve bilginin çöp olduğunu düşündüğünü de arada bir de olsa satır aralarında bile olsa konuşmalarında yakalıyorum. ama yine de çılgınlar gibi okuyuşun araştırışın beni sana hayran bırakıyor. bu hali neye benzetiyorum biliyor musun tijen? şu hintlilerin kutsal tanrıçası krişna'nın haline. yılan soktuktan sonra içindeki hayat çekilir ve mosmor olur ama yine de yaşamaya devam eder. ve içinde hayatın nefesi olmamasına rağmen flüdünü üflemeye devam eder. bilgiye inanabilmek isterdin değil mi tijen. ah ben de, hem de nasıl... ama galiba artık çok geç tijen. biz önce kendini kaybedip sonra da bir ömür arayanlardanız. halbuki bazısı daha ilk günden yapışır kendine, bir duru suda aksini görür ve ölesiye aşık olur kendine. işte onların dünyasıdır bu dünya. bizler lanetlenmiş üç beş zehir dolu yılan ya da belki bir avuç baykuş ya da kargayızdır. daha fazlası değil. kesinlikle insan değil tijen kesinlikle insan değiliz. o yüzden içimizde insanca düşler, sevgiler, hisler de barındırmayız. unutamadığım bir anımdır bu mesela sana da anlatayım. bir gece, baykuşun teki gelip apartmanın önündeki koca çama oturmuştu. ve o uğursuz sesiyle uğuldayıp duruyordu. kafası sadece bu saçmalıklarla dolu insan, bu saçma sapan 'bilgiyle'... o uğultunun ölüm getireceğine inanan bir adam, silahını alıp dışarı çıktı ve baykuşu hedef alarak en az altı el ateş etti. silah patladıkça baykuş sessizliğe büründü. ama kalkmadı dalından orada öylece, o adamı delirtmek istercesine oturdu. adam ateş etmekten vazgeçince de tekrar uğuldamaya başladı, aynı sinir bozucu, aynı aksak ritimle. apartmana ölüm gelmedi, ama adam sinirden titreyerek evine döndü ve baykuş sabah olduğunda ağaçtan uçup gitmişti. bana öyle bakma lütfen tijen. bu bakışlarında anladığını sezdiren bir ifade var. anlaşılmaktan nefret ediyorum. o yüzden daha karmaşık konuşup kafaları karıştırmak ve anlaşılmamak istiyorum. anlam yoktur çünkü. anlam bir ışık hüzmesi gibi sonsuza yakın hızlarda tüm evreni gezmekte olan bir gezgindir olsa olsa. senin beni anlaman o gezginin, o göçecenin o çingenenin yerleşmesidir. otoritenin etkisine girmesidir. asimile olmasıdır. kendini yitirmesidir. aramaktan vazgeçişidir. buna katlanamam tijen. buna katlanamam. ama bir yandan o yeşil gözlerine baktığımda o gözlerin beni anlamasını, o dudakların hafifçe tebessüm edip rahatlamasını ve alnının hafifçe gerilmesini öyle çılgınca arzuluyorum ki. seni hep kendime benzetiyorum işte tijen. hep kendime benzetiyorum. kendini bilemeyen bir insanın benzetişi bu, çok sağlıklı ya da güvenilir bir benzetme değil yani bu. bir kez gördüğün birini yada hiç görmediğin birini bir başkasına benzetmek gibi. bütün bunları neden yapıyorum tijen? ya sen neden yapıyorsun? bir kalkan mı istiyoruz kendimize? sana acıdığım gibi kendime de acıyorum. bir kelimenin etrafında dönüp içine düşmüyorum. tanrıya ianıyor musun tijen? asma hemen öyle suratını. şakaydı sadece. tanrı bizi bilir biz de onu değil mi tijen? evet işte tam da bu gülümseyişinden bahsediyorum. öyle güzel öyle tatlı ki... anlaşıldığımı hissediyorum, tüm imkansızlığına rağmen ve azıcık da olsa anlaşılmak ah ne büyük lanettir o üzerimize salınmış olan. ilk neden ve son sonuçtur tanrı. gerisi yalnızca bizi ilgilendirir ey ahali. fakat bu herşeyi esrarlı havaya büründüren güç düşkünleri... hani şu sevmediğim atasözlerinden birisi; kurt puslu havayı sever. ne kadar namert ne kadar aşağılık tabirlerimiz var tijen. seni bu yüzden de seviyorum. yıllar önce bana dönüp sevgili hocam kafalarının içindeki tohumlardan bile haberdar değiller demiştin. o tohumlar ağaç oldu tijen ve sen bütün o ağaçlaşan tohumlar, kafaları, zihinleri uzaktan izledin. dersi çıkardın ve için tarifsiz bir bulantıyla çalkalanıp durdu. herşeyi o esrarlı havaya büründürenlerin ne de büyük bir zayıflıkla en önde koştuklarını izledin. en önde koştular, koşmak zorundalardı çünkü berilerindeki herşeyden kaçıyorlardı. "ben bu türden başka bir sefalet hayal edemiyorum" demiştin bir seferinde. biz kargalar, baykuşlar, zehirli yılanlar... biz sorumluluğumuzu alıyoruz. mesela sizin kafalarınızdaki aptalca dogmalar yüzünden gecenin bir yarısı üzerimize boşaltılan kovanlardan ürküp başka bir ağaç aramıyoruz. orada durup silah sesinin gecenin sessizliğindeki yankısının sona ermesini bekliyor ve sonra da kaldığımız yerden uğuldamaya devam ediyoruz. biz bu dünyanın parçası olduğumuzu, bu dünyanın bize bizim de ona ait olduğumuzu biliyoruz. esrarlara büründürmeyip, geceler boyu gerçeği uğulduyoruz. başka dünyalar, olmayan tanrılar icat etmiyoruz. bir medeniyet kurmak gibi aptalca dertlerimiz de hiç olmadı. olduğumuz gibi yaşıyoruz. barışçı ya da huzurlu değil olduğumuz gibi. ne baş eğerek ne de baş kaldırarak. ne de insanca. bunların hiçbirine inanmıyoruz. ve dahası size de inanmıyoruz. atalarımız bir zamanlar sizin bu dünya üzerinde olmadığınızdan bahsederek bizi yetiştirdi. gün gelip yine kendi kendinize yok olup gideceğinizi biliyoruz. sadece onu bekliyoruz. şimdi zamanın sizi aklayacağı günü beklemekle zamanı geçirmeye uğraşıyoruz ya da ona benzer birşeyler. bu dünyaya doğmanızı bekliyoruz. bu dünyayı kabullenmenizi, kendinizi kabullenmenizi. bu aptalca büyüklenmeden vazgeçmenizi ve zehrinizin kaç kaplan öldürebilecek, uğultunuzun kaç gerçekle boğuşabilecek büyüklükte olduğuyla yüzleşmenizi istiyoruz. içinizdeki güçsüzle el ele tutuşmanızı belkide. ya da içinizdeki güç olgusuna bir set çekmenize. kendinizi koyduğunuz o kuşbeyinli tanımlardan sıyrılmanıza... ah size oturup sabah kadar sayamam ya. bir baykuş olsa olsa kuşbeyinlidir. gerisini size bırakmalıyım öyleyse. ve sana elbette tijen. bence artık piyanonun başından kalk dışarı çıkıp beyaza boyanmış dünyada gezintilere çıkalım. belki seninle kar pembe mi acaba diye sohbet de ederiz.