04 Ekim 2009, Pazar
saat: 03:41
hayatı yalnızca yaratılan bir dilin kullanıcısı olarak algılamak her şeyden önce insanın kendisini çılgınca bir aşağılayışıdır.
yalnızca yaratılan bir dilin kullanıcısı olmak, dili konuşan kişi olmak, dilin yarattığı dünyaya da hapsolmak demektir. kelimenin tek-iki-üç-dört boyutlu varoluşlarını algılamak ve onlara gezintiler düzenlemek yerine yalnızca bir yalnızca iki ya da üç boyutlu hallerine kısılıp kalmak. anlam bir varoluş sorunundan öte bir tını sorunudur da.
retorik tam da burada tosladığımız duvardır sanırım. retorik ile söylem birbirine çok güzel şekilde örtüşüp birbirlerini gizleyiverirler. ve onlara diğer eşlik eden şey de sağduyudur.
mesela "insan ahlaklı olmalıdır". ya da "insan önce kendisini değiştirmelidir".
işte söylem ve retorik bu şekilde üstüste geçerler. retorik sayesinde aforizmik yargılara varılır. bu yargıları söylem hiç zaman kaybetmeden işgal eder ve içlerini dolduruverir. elbette art niyetlere yer bile vermiyorum. fakat söylemin yıkıcı ve işgalci gücünü bilememiş insanların aforizmik yapılardan da uzak durmasını salık verebiliriz böylece. zaten bu tarz bir yazın dilinin ortaya çıkmasını da biraz bu noktada anlamlandırabiliriz.
oysa söylemin hemen bittiği o eksozferimsi yerde, yani uzayın karalığının soğuğunun ve sessizliğinin en yoğunlaştığı o yerde, aslında sessizliğin yeni bir dil yaratacağı umudu ağır basarken, birdenbire dilin ışığın suda kırılması misali kırıldığını görüveririz. o kırılma ironidir. kelime aynı kelimedir. hatta belki cümle yapıları bile değişmemiştir. fakat gerçeklik, eğilip bükülmüştür. işte bu tınıya yansır. kelimenin tınısı başkalaşıverir. sanki a'nın üstüne şapka koymak gibidir. dil yumuşamış hatta hafifçe gevşemiştir. aforizmik bile konuşabilir zaman zaman. ama kendini ciddiye almadığı çok hissedilebilirdir. tınısı hafiflemiştir. suyun içinde ışığın kırılıp yön değiştirmesi hatta renklerine ayrılması misali kelime de alt tonlarına ayrılıverir. bütün tınılarına. o yüzden artık retorik burada tutunamaz. bu rengarenk alemde tek rengin egemenliğini ilan edebileceği bir "söylem"in kendine alan açabilmesi imkanı kayboluverir. ekzosferde atmosferin uzaya kaçışına benzer biçimde söylem de bu noktada sonsuza doğru buharlaşıverir. tutunamaz. iktidarın yüce kütle çekimin onu çekip soğurmasını bekler. fakat artık eşik geçilmiştir. çok geçtir. retorik darmadığın olmuştur. ironinin o bir zar kadar ince alanı sonsuz sessizlikten hemen önce tınının son varoluş alanı bütün varoluşun şeklini eğip bükerek anlama karşı adeta buharlaşarak ayakta durmaktadır.
işte anlam böyle katmanlanırken retoriğin ele geçirdiği alanın genişliğinin sebebi yaşamın devamlılığı için elzem oluşundandır.
retorik biraz seyrelince orada kendini ekzosfer zanneden bir termosfer çıkıverir karşımıza. o alandakiler hala söylemin ve retoriğin tını dünyasındaki anlamlarla bağlamlanmışlardır. fakat hafifledikleri hissi içindedirler. o yüzden komiktirler. zannedişleri onları gözümüze komik gösterir. hala aynı kelimeler ve dahası aynı tınılardadırlar ama dahası hala aynı anlamsal bağlamlara denk düşüvermektedirler. yani a'nın üstüne bir şapka koyamamaktadırlar. ha o şapkayı koymak da öyle bir kalem darbesiyle olacak iş değildir elbet. o şapkayı koyabilmek aslında dünyayı yeni bir çift gözle görebilmektir. işte retorik-komik-ironik arasında böyle bir geçişlilik ya da geçimsizlik ilişkisi vardır.
son satır olarak da haydi şunu ekleyelim. kelimelerin sırtı yeterince büküktür. yani sorumlulukları, kırılmış düşlere yaptıkları ev sahiplikleri, her ağızdan çıktıklarında köşeli bir yerlere çarpıp param parça dökülmüş olmaları ve babilden bu yana hep başka yönlere savrulmuş olmaları onları yeterince savunmasız ve yaralanabilir kılmıştır. şimdi bir de söylem onların o savunmasızlıklarını korkunç bir acımasızlıkla kullanıyorsa, insan, onlara biraz bebek ihtimamı göstermeyi çok görmemelidir. yani illaha insancıl olacaksınız diye illaha devrimci olacaksınız diye illaha özgür kız olacaksınız diye illaha müslüman olacaksınız illaha kürt olacaksınız kısaca illaha bir "şey" olacaksınız diye kelimelere bu kadar acımasız da olunmaz yani hani. kelimelere ve tınıya biraz ihtimam, ve söyleme biraz uyanıklık arzuladığım yalnızca bu.
kelimeyi kuş yuvası kadar incinebilir yatağında biraz huzura bırakmak ve kendi komedimizi onun sırtına daha fazla yüklememek. bütün a'ların üstüne birer şapka.