şarkıyı mırıldanıyorum. tıpkı o şeker kokulu sesi olan kız gibi ben de ince tonlara yükleniyorum ve hafiften de sesime kıskançlık katıyorum. üstüne bastıra bastıra "o kızı öldüreceğim" diye bağırıyorum. kızı öldürmüyorum. dahası kendimi de öldürmüyorum. hepsi geçiyor. kolayca iyileşiyorum. ya da öyle sanıyorum. şarkının sözlerini çarpıtıyorum. kendime göre anlamlar biçip, eğip büküyorum. sonra duşa giriyorum. soğuk bir günün üzerine. derimi kazıyabilecek kadar sıcak açıyorum suyu. canımı yakmayı sevdiğimi çok eskiden biliyorum. takıntılarımdan bahsediyorum ulu orta. kırılan kasetlerim. parçalanan çocukluğum. kendimi sevişim. bütün bunlar uzak bir kıtada olmuş hikayeler. şu anla ilgileri yok. onlar kendi dünyalarındalar. yuvarlak masanın etrafında. yüzleri seçemiyor. dünya dönüyor. keşke bir tek dönen dünya olsa diye aklından geçiriyor. kızı öldürmüyorum. kendimi de. bütün bunlar umutsuzluktan değil anlıyor musun diyor. kafamı sallıyorum. halbuki bir bok anladığım yok. bu bir iç döküş diyor. kızın sesi yine inceliyor. sarışın orospu filan diye bağırıyor. yine sözleri eğip büküyorum. kendimleyim. dünya dönüyor. sarı'ya kayıyorum. sonra azıcık beyaz'a. aklıma maymunlar geliyor. ve bundan böyle maymunlarla kargalar tabi. ama olsun ben kendimi maymunlara yakın hissediyorum. kargalar da fena değil. en az maymunlar ve benim kadar çirkinler. bütün bunlar güzel şeyler. çirkinlikler toplanınca güzelleşiveriyorlar. uykusuz bir gecenin ertesi gününe uyanıyor. kendine bakıyor. derli toplu. hala kızı öldürmedim. ama içimden şarkıyı söylüyorum. o kızı öldüreceğim diyorum. bağıra çağıra. kendimi de öldürmüyorum. kelimelerin sihrinden bahsediyorum. anlamı siktirediniz. hani fransızların dedikleri gibi bırakınız anlamı. laisser sens! sisli gözlerim diye şarkı mırıldanıyor kadın odamda. kaktüsüm sarı kalemlerim ve bir nebulam var. kargalar, anlam, maymunlar ve tanrı da var. hepsi var yani. olmayan bir şey söyleyeyim size.
.