savaş uzadıkça da, vatan'ın midesini bulandıracak kadar mide bulandırıcı
kimse olamayacağını düşünmeye başladılar... vatan her türlü fedakarlığı
kabul etmeye başladı, çuvallar nereden gelirse gelsin... şehitlerinin
seçiminde sonsuz derecede hoşgörülü olmaya başladı vatan! artık silah
altına alınmayı hak etmeyecek kadar şerefsiz olduğu düşünülen asker
kalmadı, özellikle de silah altında silah zoruyla ölmek söz konusu
olduğunda... sonunda beni bile kahraman yapmaya karar verdiler, olacak
iş mi!... katletme çılgınlığı dayanılmaz hale gelmiş olsa gerek, öyle
ya, bir konserve kutusunun çalınması bile affedilebiliyorsa artık!
affetmek ne kelime? basbayağı unutulabiliyor! gerçi, bolluk içinde
yüzmelerini bizimle birlikte tüm dünyanın kutsadığı koskoca haydutları
her allah'ın günü hayranlıkla izlemeyi alışkanlık haline getirdik, kaldı
ki, biraz yakından incelendiğinde onların varlıklarının kanıtı her gün
yinelenen upuzun bir cürüm dizisi olarak ortaya çıkmaktadır, buna karşın
bu zatlar her türlü şerefe, şana, güce layık görülüyor, işledikleri
suçlar yasalar tarafından da taçlandırılıyor, oysa, tarihte ne kadar
gerilere gidilirse gidilsin -ve bildiğiniz gibi bana tarihi bilmem için
para veriyorlar- her şey bize şunu gösteriyor ki, basit bir hırsızlık
yapılmışsa, hele sıradan gıda maddeleri, bir dilim ekmek, jambon ya da
peynir çalınmışsa, o suçu işleyen kişi toplumun gözünde mutlak biçimde
yüzkarası olarak damgalanıyor, kesinlikle kınanıyor, en ağır cezaları
hak ediyor, kendiliğinden onurunu yitiriyor ve alnındaki kara leke ömrü
billah silinemiyor, bunun da iki nedeni var, öncelikle bu tür cürümleri
işleyen kişi genellikle yoksuldur ve bu zaten başlı başına vahim bir
utanç vesikasıdır, sonra da, yapmış olduğu eylem topluma karşı üstü
kapalı bir tür suçlama da içermektedir. fukaranın hırsızlığı haince bir
ihkakı hak'ka dönüşüyor, anlıyor musunuz... öyle olursa da bu işin sonu
nereye varır? dolayısıyla dikkatinizi çekerim, ufak tefek aşırmaların
cezalandırması dünyanın her yerinde en katı bir biçimde uygulanır,
yalnızca bir sosyal savunma yöntemi olarak değil, ama aynı zamanda,
özellikle de tüm zavallılara yönelik ciddi bir gözdağı olarak,
otursunlar oturdukları yerde, kendi sınıflarında, keyiflerine baksınlar,
yüzyıllar boyunca ve sonsuza dek açlıktan ve sefaletten gebermeye güler
yüzle razı olsunlar...ancak şimdiye kadar küçük hırsızların
cumhuriyetimizde sahip oldukları bir ayrıcalık vardı, o da vatansever
silahları kuşanmak onurundan mahrum bırakılmak. oysa yarından itibaren
bu durum değişecek, yarından itibaren, bir hırsız olan ben, ordudaki
yerime geri döneceğim... emirler böyleymiş... yukarıdaki birileri, benim
"gaflet anım" diye nitelendirdikleri şeye sünger çekmeye karar
vermişler, bunu da, dikkat buyurun, yine "ailemin onuru" olarak
adlandırılan şey adına yapmışlar. ne alicenaplık! sorarım size dostum,
ailem mi iç içe geçmiş fransız ve alman kurşunlarına hedef olup onları
birbirinden ayırmak için elek görevi görecek?... tek başına ben
göreceğim o işlevi öyle mi? peki ya ben öldüğümde, ailemin onuru mu
hortlatacak beni?... bakın işte, savaşla ilgili şeyler geçip geride
kaldığında ailemin neler yapacağını şimdiden görür gibiyim... her şey
unutulup gider... keyifli pazar günleri, geri gelen yazın çimlerinde zil
takıp oynar o canım ailem benim, şimdiden görür gibiyim... o sırada
ben, aile babası, yerin üç kat dibinde, içim dışım solucan olmuş, 14
temmuz milli bayramında sıçılan bir kilo boktan bile daha iğrenç, düş
kırıklığına uğramış tüm çuvalımla muhteşem biçimde çürüyor olacağım...
meçhul çiftçinin ekinlerine gübre olmak, gerçek askeri bekleyen gerçek
gelecek budur işte! ah! dostum! inanın bana, bu dünya aslında tamamen
insanlarla taşak geçmek için yaratılmış koskocaman bir kandırmacadır!
sf 86-87, luois ferdinand celine, gecenin sonuna yolculuk, yky.