17 Eylül 2012

insanın içi vardır

aşk bu değil şahenkcim. o veya şu da değil pek tabi. ne isterdim biliyor musun yaşadığım ülkeyi sevmek isterdim. yaşadığım dünyayı sevmek isterdim. ama sanırım buna insanlar hep engel olacaklar. gün doğuşları, gün batımları, karalar, denizler, hiç görmediğim çöller ve buzullarıyla dünya çok güzel. onu olduğu gibi çok seviyorum. insanları da çoğu zaman seviyorum. garip duygular besliyorum onlara. karman çorman. sanırım geldiğimiz noktada dün de söylediğimiz üzere sıyrılabilmek pek mümkün değil. çünkü üzerinize bulaşan şeyler vardır. örnek mi istersiniz. bir insanla sevişmek mesela. siz sabah uyanınca aldığınız duşla üzerinizdeki izler geçip gitti sanırsınız. halbuki insanların sıvıları kimyalarıdır da. birbirlerine bulaşır. hani yüzüme gözüme bulaştırdım derler ya. aynen öyle her yanınıza bulaşır. sizi biraz o kişi kılar yani sevişmeler. fakat asıl konu bu değil. insanlar söylenenlere çok kolay inanıyorlar. bu beni üzüyor. üzüntüden öteye geçen hislerim yok artık. sadece üzülüyorum. anlamaya çalışsınlar isterdim. sakın yanlış anlaşılmasın. kendi tarihime "ben anladım" notu düşmüyorum. anlamak bir şeyi çözmüyor zaten. ama anlamaya çabalamamak her şeyi daha çözümsüz kılıyor. her gün binlerce kez tecavüze uğrayan insanlar bir kadına tecavüz edilince ayağa kalkıyorlar. oysa bütün o tecavüzlerle o kadın arasındaki bağı kurmaktan yoksunlar. kadınlar tecavüze uğruyor çünkü siz de trafikte bir başkasının şeridine tecavüz ediyorsunuz, çünkü siz de iş yerinizde birinin haklarına tecavüz ediyorsunuz, çünkü siz de birine zarar verilirken sessiz kalmayı seçiyorsunuz. sonra bir gün, bir yerde, bir kadına tecavüz ediliyor. ve herkes homurdanmaya başlıyor. askerler öldürülüyor. terör hortladı diye homurdanmalar başlıyor. halbuki herkes günlük hayatında her saniye teröre maruz kalıyor. insanların üzerine süren dolmuş şoförüne kimse ses çıkarmıyor. politikacıların korku salan açıklamalarına da kimse ses çıkarmıyor. ama askerler ölüyor. ve homurdanma başlıyor. terör hortladı. ne terör hortluyor, ne tecavüz patlıyor. hepsi gündelik hayatınızdan yeşeriyor. sizin sessizlikleriniz, sizin boşvermişlikleriniz, sizin korkularınız onları besleyip yeşertiyor. sonra o yeşillikler bir gün meyve verince homurdanıyorsunuz. işte oradan kendi hayatıma uzanıyorum. o dışarının hoşnutsuzluğu, hoyratlığı ve samimiyetsizliğiyle içime sızmaya kalkıyorsunuz. işte bunun bulantısını varoluşçuluk bile anlatmaya kalkışamaz. aranızdan naiflerle tanışmıştım. çok zaman önceydi. onların da çoğunu saflarınıza çektiniz. ben de sizin safınızdayım. yanlış anlaşılmasın. ben ayrıyım, ben özelim, ben kendimi korudum, kirlenmedim, size benzemedim demeye getirmiyorum. başarıyla beni de kendinize benzettiniz ve ben de başarıyla size teslim oldum. fakat bir türlü kendimi kandıramadım. anlattıklarınıza inanamadım. aranızdaki bir virüs gibiyim kısacası. size benziyorum. ve siz de benim size benzediğimden eminsiniz. ama içim başka. onu koruyorum. korumaktan da öte, o kendini koruyor. bozulmuyor. hikayelerinize inanıyor gibi yapıyorum. hikayenin gereklerini bile yerine getirdiğim oluyor. onaylarcasına başımı sallıyorum. yüzünüzde bir memnuniyet oluyor. "yedi zokayı" diyorsunuz. ben de zokayı yemiş gibi bir yüz ifadesi takınıyorum. sizinle böylelikle geçinip gidiyoruz. diyorlar ki, onlar gibi davranıp, onlar gibi görünüyorsan geriye ne kalır ki!? SEN DE ONLARDANSIN! insanın içi vardır a dostlar. insanın içi vardır. fiko diyor ya yıldızlar şahidimdir. yıldızlar şahidimdir, insanın içi vardır. 

3 Eylül 2012

ölümün ülkesi

yalnızlığımla oturuyoruz. şahenk yok. kendisini cepheye gönderdik. davulla zurnayla. altı ayımı beraber geçirdiğim o genç çocuklardan niceleri şahenk'le birlikte cephedeler. şahenk bazılarının öldüğünden bahsediyor. bizler bu yakada, ölmelerine tam olarak bir anlam veremiyoruz. gündelik hayatımızda bir değişiklik yok. trafik sıkışınca küfür edip, kornaya basıyoruz, kendi kişisel "saçma" hedeflerimizin peşinden koşuyoruz, yeyip içiyoruz. şahenk cephede savaşmanın, birilerini öldürmek üzere ateş etmenin, birilerinin de seni öldürmek üzerine ateş etmesinin çok garip bir şey olduğundan bahsediyor. geceleri uyumadığından, saatlerce durmadan yürüdüğünden, üzerindeki kamuflajın kokusundan, botun rahatsızlığından ve buna benzer bir yığın başka şey. başucumda cioran duruyor. doğmuş olmanın sakıncası üzerine lak lak ediyor. birileri dağlarda geceleri, büyük korkular içinde ölürken insan yaşadığı her andan, duyduğu her kelimeden derin bir tiksinti duymaya başlıyor. akşam haberlerinde apoletli adamla, apoletsiz adam kameralara el sıkışma pozu verme gayretindeler. ölen çocuklara dair hiçbir acı hissetmedikleri hemen belli oluyor. gülümsemeye çalışıyorlar. ellerini uzatıyorlar ve flaşlar patlıyor. insanın içini dökmesi ahkam kesmek değildir sevgili şahenk. sen daha iyi bilirsin. az kahrımı çekmedin. şimdi yalanları geçelim şahenk. "siz geceleri rahat uyuyun diye dağlarda askerler ölüyor" filan. birincisi artık biz geceleri rahat uyumaktan vazgeçelim şahenk. ikincisi ölülerden sadece, mezar kazanlar, mezar taşı yapanlar ve kefen bezi satanlar para kazanmaz. bütün sömürülerden para kazanan bir sınıf vardır dünyada. ve onları çok korkunç kılan şey şudur; onlar ölenin nerede olduğuyla ilgilenmezler. onlar o ölümden nasıl fayda sağlayabileceklerine bakarlar. ve mutlaka bir fayda sağlarlar. şahenk bizi dağlara onlar çıkarıyorlar dedi geçen gün. evet şahenk biliyorum. sizi dağa çıkaranlar onlar ama bizler de bunca kalabalığımıza rağmen sizi dağdan indiremediğimiz için özür dileriz. ölümünüzden tek tek her birimiz sorumluyuz.