25 Nisan 2013

2011'den demokrasi üzerine düşünceler

09 Kasım 2011, Çarşamba
saat: 18:58


yaşlı adam çalışma masasının arkasına geçti, koltuğa sırtını yasladı. seyrelmiş saçlarının arasında elini gezdirdikten sonra, sakallarının üzerinden de parmak uçlarıyla yüzünü kaşırmış gibi yaparak geçiverdi. ağzını hafifçe araladı. sanki ne diyeceğini unutuvermiş gibiydi. boş gözlerle karşısındaki genç kadını süzdü. "biliyorsunuz ben bir tarihçi değilim. ama sorduğunuz soruya yanıt verebilecek düzeyde bir tarih okuması yaptığımı zannediyorum. yine de söyleyeceklerimi bilimselleştirilmiş yargılardan öte edinilmiş sezgiler olarak kabul etmenizi rica ederim. ömrümün büyük kısmını üçüncü dünya ülkelerinde geçirdim. bunun yanısıra afrika ülkelerinde de bulunmuşluğum vardır. bildiğiniz üzere memleketimizin o memleketlerde büyük yatırımları sözkonusudur. bu yatırımların ve ticari ilişkilerin derinleştirilebilmesi ve sürekli kılınabilmesi içinse, siyasetimizin her daim etkin bir şekilde bu ülkelerle ilişki içinde olması gerekir. bizler bu anlamda çok fedakar halklarız. tanıdığım birçok eşim dostum, anavatanımız dışında, tümüyle yabancı ülkeleri anavatanları belleyerek, sırf vatanımızın kalkınması ve refahının sürmesi için bu memleketlerde bir ömür geçirdiler. anadillerinden daha iyi bir biçimde o memleketlerin dillerini öğrendiler. o kültürleri benimsediler. bütün bu fedakarlıklar, anavatanımızın topraklarındaki refahın artması için yapıldı. gayet bilinçli olarak insanlarımızın bir kısmı gelecek kuşakların iyiliği ve refahı uğruna kendilerini feda ettiler. yer altı ve yer üstü zenginlikleri bakımından yoksul bir ülkeyiz şüphesiz. fakat yetiştirdiğimiz kuşaklar sayesinde dünyanın dört bir yanındaki kaynakları kendi ülkemize aktarabilmemizi mümkün kılıyoruz. çoğu insan bunun yanlış ya da nahoş bir şey olduğunu düşünebilir. fakat kesinlikle böyle değerlendirmekte haksızdırlar. bizler dünyanın dört tarafından memleketimize taşıdığımız zenginlikleri yalnızca memleketimizin refahı için kullanmıyoruz. ekseriyetle bu zenginlikler insanlığın dev adımlarla ilerlemesinde kullanılmaktadır. bu zenginlikler sahipleri olan halklara bırakılsalar boşa tüketilecek, bir katma değer üretemeyecek ve hiç olup bitecektir. halbuki bizler bu zenginliklerin kıymetini bilen milletler olarak, bu zenginlikleri yeni zenginliklere dönüştürüyoruz. bunun da ötesinde bunu yapabilmenin kolay bir hırsızlıkmış gibi aşağılanmasını da anlayabilmek namümkün. bugün kurmuş olduğumuz bu devasa sistem, birçok zihnin anlayabilme kapasitesini aşacak büyüklükte bir bilgi işleme, bilgi bozma ve bilgi üretme mekanizmasıdır. bütün bu mekanizmanın hiç kuşkusuz kendi memleketlerimize de etkileri olmuştur. bütün bu girişi de zaten sizin sorunuza cevap verebilmek için yapmış vaziyetteyim. bildiğiniz gibi bizim memleketlerimiz demokrasilerle yönetilir. yanısıra pek genelde, kraliyet aileleri sembolik olarak da olsa tahtlarını korurlar. sembolik olması sizleri yanıltmasın lütfen. tahtın sahipleri her zamanki gibi büyük bir şaşaanın içinde yaşamaktadırlar. yaptığımız bütçelerde büyük paylar kraliyetlerin ve sarayların giderlerine tahsis edilir. demokrasi dediğimiz rejimi bir anlamda bu yönden de tanımlayabiliriz. halk kendi kendini yönettiğini düşünmektedir. fakat bunu yaparken iki büyük gücün önünde teslim olmuş ve onlarla yazılı anlaşmalar yoluyla kendini az çok garanti altına almıştır. kraliyet yönetime karışmayacaktır. burjuva halkın belli bir standartta yaşamasına izin verecektir. bizler yalnızca kölelik rejimini yeni bir sisteme adapte ettik. köleliği yumuşattık ve belli yazılı antlaşmalar ekseninde bir rejime tabi kıldık. büyük kitlelerin bir şeylerin sahibi olması bugün neredeyse yasaktır. zaten tanımı gereği burjuva üretim araçlarının sahibi olması itibariyle halkla birçok şeyi paylaşabilmesi mümkün değildir. fakat size başka bir boyuttan daha bahsetmek isterim. bizler demokratik ülkeler olmamız suretiyle köleliği kabullenmiş ve bu köleliğin antlaşmalarını biçimlendirmiş halklarız. bir anlamda bizler kendi yaşam alanımızı iktidarlardan çekip almış fakat buna rağmen kölelikten kurtulamamış durumdayız. fakat üçüncü dünya halklarının durumu bizimkisinden çok daha farklı ve karışıktır. her şeyden önce onlar köleliklerinin sınırları ve düzeyleri belirlenmiş değildir. kendlerini iktidarlarına karşı koruyabilecekleri mekanizmalardan yoksundurlar. bir çoğu yer altı ve yer üstü zenginlikleriyle kaplı topraklarda oturdukları ve bu zenginlikleri işleyemedikleri için, bu kısmetli ve rahmetli topraklar onlar için kör talihe dönüşmüştür. çünkü başta belirttiğim üzere insanlık namına bizim gidip bu zenginlikleri çıkarmamız ve işlememiz gerekir. yoksa bu güzelim kaynaklar, bu geri kalmış halkların elinde heba olup giderler. işte bu memleketlerin insanları iki taraftan kuşatılmış bir cephedeki askerler gibidirler. bir yandan kendi içlerindeki iktidar sahibi gruplar kanlarını emerler, bir yandan da biz gelişmiş ülkeler insanlık namına onların zenginliklerini sahipleniriz ve onların köleliklerini derinleştiririz. kısaca bugün dünya üzerindeki sistemin bin yıl önceki kölelikten çok farkı yoktur. yalnızca günümüzdeki teknikler insanlara daha özgür oldukları yanılgısını en az bir gerçeklik kadar kudretli bir biçimde kabul ettirebilecek güçtedir. fakat hiç çekinmeden şunu söylemek gerekir insanlığın gördüğü en pembe ve güzel rüyadır demokrasidir. gelişmiş ülkeler için pembe rüyadır, gelişmemişlerse içinse yalnızca bir karabasandır.

6 Nisan 2013

for the damaged

Maybe again he will be alone
Guess we're equally damaged
Find your name do it all the same equally
Signal when you can't breathe no more

Say you were me then you could see the view
You'll know we are equally damaged
Don't be a fool, make it easier
You'll learn to say when
Signal if you can't say, "no more"

Don't cross your finger
Sundays will never change
They keep on coming
You'll be a freak
And I'll keep you company