bu bir hastalık gibi şahenk. hepimiz birbirimize taşıyoruz. yine o pek bilemediğim garip kanunlar işliyor geri planda. bazı şeyleri asla bilemeyeceğiz. bunu sevdiğim kadar başka hiçbir şeyi sevmiyorum. avcumun içine aldığım taşla melodiler bana yol gösteriyor şimdi. kendimi o zeytin ağacından tespihin tanelerine bıraktığım gibi bırakıyorum. bırakıyorum. bıraktım. evet şahenk. bu bir hastalık gibi. nasıl bedenler birbirinin sıvısına duyarlıysa ruhlar da öyle. kendini bırakıp bir insana ruhunla değersen, ruhlarınız birbirinin içine geçerse, o insanın ruhundaki hastalıklar senin ruhuna bulaşıveriyor. ve şimdi senin de aynı yerlerde yaklaşık aynı büyüklüklerde yaraların oluyor. ah bu yaralar şahenk. yine de jazz güzel biliyor musun? çok zaman önceydi sanırım. o ruhu yaşlı adama "şiirlerinizi seviyorum" dedi güzel bir kadın. güzel kadınlar ukaladır şahenk. yani genel olarak öyledirler. onların genlerinden herkes kendisine pay biçmek ister diye düşünürler. o yüzden çekilmezdirler. içli bir kaprisleri vardır yani. her neyse. şiirlere geri dönelim. "şiirlerimi mi seviyorsunuz küçük hanım?" diye cevap verişini hatırlıyorum adamın. sanki yüzünde bir güneş açmış gibiydi. sonra çok kısık sesle, sanki bir sırı fısıldarmış gibi, "ben hiç şiir yazmadım ki" deyiverdi. hayatta bazen yerküre altından çekilirmiş gibi olur. işte o an bana aynen böyle oldu. kızın yüzündeki öfkeyle karışık üzüntüyü görünce ne yapacağımı bilemedim. ama o ruhu yaşlı adam ne yapacağını biliyordu. bana döndü. az önce güneş gibi parlayan yüz şimdi ay gibi gümüşi bir hal almıştı. az önceki kısık sesin bir iki ton yükseğinde devam etti. bir ömür boyu düşündüğün, anlamaya çabaladığın şeyler olur. sanki gizli yasalar varmış gibi. zaman zaman onları seziverir insan. ömrümüz çoğunlukla böyle geçer. kimseye itiraf edemediğimiz garip içli yasalar varmış gibidir. anlamaya, ifade etmeye gayret ederiz. orada bir bina gibi somut bir o kadar katı gerçeklik olarak durduğunu hissettiğimiz duygular vardır. ifade edemeyiz. bu ve buna benzer binlerce şey vardır. sezeriz. hissederiz. fakat bir türlü dilimizin ucuna geleni ifade edemeyiz. binlerce kelime öğrenmişizdir, cilt cilt kitaplar hatmetmişizdir. fakat olmaz. o kelimeyi bulamayız. sonra bir gün, bir sabah, sabah güneşi eşliğinde, ağır bir sonbahar öğleden sonrasında, karlarla kaplı bir kış gecesinde ya da herhangi bir gecede veya gündüzde bir kitap aralarız. şair kimseye seslenmemektedir. hatta şair seslenmemektedir. sessizliğini ifade edivermiştir. sessizliğini, yalnızlığını, kendiliğini ya da belki kendindenliğini. işte oradaki o birkaç kelime, ses, tını... anlamlarından sıyrılırlar. o binlerce yıldır üzerlerine yüklenmiş bütün o ağır, bıktırıcı sorumluluklardan kurtulmuşlardır. sanki yeni doğmuş gibidirler. bir bebeğin o yumuşacık ve kırılgan kafatası gibi, öyle kırılgan ve öyle pembedir ki şimdi o kelimeler. orada insan kendini bir ömür boyu ifade edemediği yasanın tam göbeğinde buluverir. evet yalan değil. bu tanrısal bir andır. birkaç saniyeliğine de olsa kişi kendini o büyük yasalardan birine erişmiş gibi hisseder. göğüs kafesindeki o engin nefes, o sonsuzlukla birkaç saniyelik bütünleşme, ebedi yasayı biliyorum hissi. işte şiir bütün bunlardır küçük hanım. şiir bir anlamda evrenin matematiğine bir denklem düşüvermektir yani. geometrinin içindeki o garip uyumu keşfetmektir. ben hiç şiir yazamadım ne yazık ki.
yaralarımız diyordum şahenk. o birini unutamaz. her önüne çıkanda ona dair bir şeyler arar. sen onu unutamazsın. ruhların hastalıkları da bulaşıcıdır yani. bedenin hastalıkları için bitkiler ısıtırsın. suya koyarsın. ezersin. kabuğunu yersin. özünü sıkarsın. ruhuna ne yapabilirsin şahenk? tıpkı bedenin tedavisi gibi... bazen tedaviyi bilirsin... ama bir türlü elinden gelmez uygulamak. hayat çoğu zaman böyledir. elinden gelmez bazı şeyler. çabaların da sonuç vermez yani. ama sonra yine o çok şiirsel bir andır işte. neden sonuç ilişkileri kopar. bir yasaya teslim olduğunu hissedersin. avcunun içine bir taş alırsın. kulağında anlayamadığın bir melodi vardır. belki dünyanın dönüşünün sesidir, belki bir güneş patlamasının sesi... avcundaki taş binlerce yıldır buradayım der. dünyanın dönüşünün tınısı da öyle. eline aldığın zeytin ağacından tespih de aynı şeyi söyler. bir anda içindeki sana küskün ses onlara eşlik ediverir. aynı cümleden ibaret bir şiir kendini tekrar etmeye başlar. bırakıyorum. bırakıyorum. bıraktım. mesele düşmek değildir ey dinleyici. ne kadar ahenkle düştüğündür mesele. bıraktım.