16 Kasım 2014

göz

ne sen leylasın, ne de ben mecnun
ne sen yorgun, ne de ben yorgun
hüzünlü bir akşam, içmişiz sarhoşuz
hepsi bu...

çoğu zaman olduğu üzere, şarkı yine bir çok katı gerçeğe parmak basıyor.
kasım, gerçekten geçmesi zor bir ay. hava bir sıcak, bir soğuk oluyor. bir gün güneş, bir gün pus.
ve her gün aynı yalnızlık. paylaşılması mümkün olmayan, içimizde kimsenin bilmediği bir dilde durmaksızın bir sayıklama gibi. sanırım tedavisi yok. öğrenebilsem belki diğerlerine de öğretebilirim bu dili. fakat ben de bilmiyorum. anlamsız sayıklamalarla belki boşu boşuna kendimi de yoruyorum. insanın aklı hep sonradan geliyor başına. ya da şöyle söylemek belki daha doğru olur; benim gibi aptal insanların aklı hep sonradan geliyor başına. ilk gençliğim boyunca okuduğum ve içime sindirdiğim şeylerden sonra, işin doğrusu içime sinen başka fazlaca bir şey olmadı. ve garip bir lanet gibi, sonrasında yaşanan her şey, o ilk dönemin karanlık girdaplarına, saçma tespitlerine kapılıp kaldı.
bir hapishane gibi. sanki benim için bir gerçek hayat hiç olmayacak gibiydi. sanki her şey benim izlemem için kurgulanmış bir oyun gibiydi. ben de aralıksız izlediğim oyuna yorum yapan bir dış göz, bir eleştirmendim sanki. belki "eyleme" olan düşmanlığım belli belirsiz buradan doğup , buradan besleniyordu. bütün bunlar nasıl ve ne ara oldu bilemiyorum. zaten daha önce de söylemiştim şahenk, bilmek de bir işe yaramıyor.

21 Ekim 2014

ortada

hayatın güzel olduğuna herkesi inandıramazsın şahenk. çünkü onlar küçük şeylere takılmazlar. yani bir çiçeğin güzelliğine ya da bir gün batışının enfes renklerine takılmazlar. kelimenin tam anlamıyla takılmazlar yani. gözleri hep başka şeylerdedir. nedir o şeyler? daha büyük şeyler işte... bir ev, bir araba, şan, şöhret filan. yani büyük şeyleri de bir yıldız, bir gezegen, bir nebula, bir galaksi değildir. kötü bir ortada kalmışlıktır bu yani. sıkıcı bir ortada kalmışlık. 

20 Temmuz 2014

karbon kağıt kopyası

 
evet şahenk. etik olarak ne  yazik ki daha 19.yüzyılın sonundaki ecinnilere bile ulaşabilmiş değiliz. ki bu bizi apaçık bir şekilde ucube haline sokmaya yetiyor. insan kötüdür şahenk. ona iyi olmayı öğretmenin bile faydası olmayacaktır. bunun karbon bazlı evrenle bir ilişkisi olduğu açıktır. marx, gramsci, derrida, sokrates, buddha ve diğerleriyle karbon bazlı olmayan yeni bir evrende buluşma ümidiyle buradan ayrılıyorum. güzelliğin içindeki ahlaki boyutları umursadığımı sanırdım. nafile. alabildiğine sıcak ve bıktırıcı bir yaz akşamında, kitapların tozunun her yanı kaplamış olduğu o küçük odada, camdan içeri ufacık bir esinti gelsin diye beklerken, bütün umudumun kaybolduğu, karanlık ve derin bir çukurda buldum kendimi. güzellik benim için tüm o yıllar boyunca kelimelerin arasındaki o müthiş ahenk, tınının ışıltısı ve anlamın bir örümcek ağı kadar esnek biçimde boşluktaki muazzam dansıydı. belki bir adım öteye varmaya çalışırsak, ki bu çaba bile hepimiz için, gündelik hayat denen mezalim içinde alabildiğine zordur, güzellik bir fars şairinin bir kadının gözlerini o derin arzuyla betimlemesiydi. ama işte şahenk, anlam bir ebedi kayma içerisinde. buna artık belki de danstan çok, şirazesinden çıkmak demeliyiz. ve tüm ümitlerimizden vazgeçmeliyiz. bir zamanlar sizleri sevdiğimi ağulu bir düşün en güzel yeri gibi hatırlamaya devam edeceğim. fakat o sıcak yaz akşamından sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. çünkü biliyorum, bütün bunların karbonla uzaktan ya da yakından mutlaka bir ilgisi var.