4 Nisan 2015

sevgili okur...

bu da sana olsun sevgili okur...

insan koca bir gözdür dersek fazla abartılı bir tanım olmaz aslında.

duyar, işitir, koklar, hisseder fakat bütün bunlar görmeyle tamamlanır. ne de olsa güzel bir gün batımı, ne duyarak, ne işitilerek, ne de koklanarak algılanabilir. bugün Armağan'ın dünya gezisi notlarını okurken insanlık tarihini bir baştan diğer başa katettim sanki. bu eski bir hikaye. Tezer'in, zamanında, çok isabetli şekilde ifade ettiği üzere, burası bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi ey okur. burası kendisi gibi olmayandan nefret eden, onu en iyi ihtimalle ülke dışına sürmek isteyenlerin ülkesi. en kötü ihtimalleri ise benim size anlatmama gerek yok...

biz yazmak, okumak, gezmek, görmek ve bütün bu "değersiz" de olsa deneyimi diğerlerine aktarmak isteyen insanlarız. zaten bunca sayfayı okumamızın, bunca yeri gezmemizin, bunca insanı dinlememizin ve bulduğumuz her sanat eserine ya da "insan eserine" dikkatle eğilip bakmamızın sebebi de budur. çünkü eksik ve kabaca da olsa şöyle bir tanım insan için mutlaka geçerlidir; insan deneyimini paylaşabilen ve kalıcılaştırabilen bir hayvandır. burada insanı bir hayvan olarak nitelemek onu bu dünyaya bağlamaktır. yani bu milyon yıllık evrimin içinde, doğanın şartları altında yavaş yavaş ortaya çıkmış bir varlıktır insan. uzak bir cennetten pat diye bu dünyaya düşmüş değildir. o hikayelerde olduğu üzere pat diye dünyaya düştüğümüze inanmak bizi yaşadığımız dünyanın tüm sorumluluklarından kurtarır. biz kuşlardan, ağaçlardan, karıncalardan, kurbağalardan bağımsız bir sistemde yaşamıyoruz ey sevgili okur. şehir sizi her ne kadar buna inandırmaya gayret etse dahi n'olur bu saçmalıklara inanmayınız. buraya uzak bir cennetten düşmediğimizden, o cenneti hayal edip, onun için uğraşmamızın sonucudur dünyanın cehenneme dönüşü.

farkındayım sevgili okur... ölüm zor... kabul etmesi güç... zaman zaman ben de kendimi hayatın bittiği yerde başka ağulu bir dünya düşlerken buluyorum. fakat bu fikir kesinlikle bir zehirdir. bizi yaşadığımız andan, dünyadan, seslerden, kokulardan ve tüm sorumluluklardan kurtaran bir zehirdir. kurtardığını zanneden bir zehirdir.

neden "bu da sana olsun sevgili okur" diye başladım bu yazıya... yandaki sayaç gelip ziyaret ettiğinizi gösteriyor. neyi ararken karşınıza ben çıktım bilemiyorum. ama hiç kuşkunuz olmasın, kelimelerime ulaştığınız, onlara bir şekilde yeni bedenlerde, yeni hikayelerde, yeni bağlamlar kurduğunuz için sizlere şükran doluyum. zaten işte belki o hep hayalini kurduğumuz cennetvari mekan da budur. kelimeleriniz başka hikayelerde, başka bedenlerde sizden tamamen bağımsız olmasa da yeniden ve yeniden canlanır. gördüğünüz üzere halen ölümsüzlüğün peşinde iz sürmekteyiz. eski yazılarımı açıp okuduğumda bunu çok daha net görüyorum. çünkü dünkü ben de ölüdür. ve bu ölü varlığa ben buradaki kelimeler vasıtasıyla ulaşıyorum. sizin için ne kadar gereklidir bilemem tabi ama benim için, dünkü halime, dünde bıraktığım kelimelerin renkli auraları yoluyla ulaşmak hem kendime hem de o kelimelere bir şükran borcudur. işte bu şükran yüklü, rengarenk kelimelerime, zihinlerinizi, gözlerinizi, evlerinizi, yüreklerinizi açtığınız için size de şükran doluyum.

hayat güzeldir sevgili okur, ve eskinin göçebesi, şimdinin kız çocuğu babası Erdal Balsak'ın şiar edindiği üzere, hayat renklidir. o renkler tıpkı bir paletin üzerinde karışıp yeni renklere dönüşmesi misali, paylaştıkça içiçe geçer, koyulaşır, seyrelir, yeni renkler oluşur. milyonlarca yıl toprak, o ilk canlıyı var edebilmek için nasıl durmadan 'paylaşarak' dönüştüyse, bizlerin de, doğaya en yüce borcu, onunla içiçe olmak ve 'paylaşmak'tır.

sevgilerimle.