10 Mart 2016

zen

ölümün olduğu bir dünyada yalnızca siyah mürekkeple sade resimler yapılabilir gibi geliyor bana. bir de hiçbir şey çok ciddiye alınamaz. çok ciddiye almamak için bir kuşa baktığında o kuş olmalısın, bir kurbağaya baktığında bir kurbağa. ve buluta baktığında bulut. çünkü bu akşam tekrar anladığım üzere büyük patlamadan önce bütün bu etrafımızdaki atomlar sıkıca yapışmış bir şekilde bir arada varolmaktaydılar. ve ne olduğunu bilmediğimiz o ilk itki ile hepsi evreni varetmek üzere dört bir yana yayılmaya başladılar. tam da bu yüzden kulağıma ulaşan melodiler ile tepemdeki bulutu taa o ilk beraberliğimizden tanıyor olmalıyım. onlar da beni. bu da önceki yaşam deneyimi dediğimiz şeyi yeterince açıklıyor sanırım. sakin gecede göl kenarında öylece kıpırdamadan duran kurbağayı düşün. arada bir vırak sesi çıkarıp tekrar derin sessizliğe ve hareketsizliğe bürünüşü. sen en son ne zaman o kadar uzun süre sessiz ve hareketsiz kaldın? kurbağaya baktığında kurbağa olmak öyle çok kolay değil yani. ya da eline fırçayı aldığında daldaki kargayı siyah mürekkebe taşımak. bütün bunlar tıpkı budanın aydınlanışında yaşadığı o ruhlararası seyahate benzer bir deneyimi içeriyor. suyun atmosferdeki döngüsü gibi. bizler evrenin merkezinde yer almıyoruz. fakat halen bu fikre alışamamış olan çokcamız mevcut. insanın kutsallığı gidince eline sadece ölümlülüğü kalıyor. evet biraz ürkütücü, biraz zor, biraz kabullenmesi güç. ama kabullenebilirsek işte o zaman evren bize kapılarını aralayacak. binlerce yıl önce de varolan o kırmızı damgayı bu yazının da altına vurup buradan ayrılıyorum. sevgiyle kalın.