bu sefer beyaz alan şovalyesiyim ben, ö mü o mu derken o'ya karar verdim, ama bilmiyorum,öyle kalsın.
Eğer bana bir gün mektup yazarsan....dedi adam
....
bütün diyaloglar her an bitecekmiş gibi geliyor bana,korkuyorum çoğu zaman,anlam veremiyorum,sonra bir bakıyorum ki öteki beni almış götürmüş yanında, olması gerektiği gibi yani, insan her zaman kendine yetmeyebilir,bunu anlamalıyız,kavramalıyız
Belki de çok içimize düşmüşüz, pert olmuşuz, öööyyle bakıyoruz aleme.
Ötekinden o kadar umutlusun yani.
Pek değil aslında,aklım o kadarını kavrıyor şu anda,peki gelme üstüme,bilmiyorum.
Deliriyorum galiba, anlamıyorum. Rahat bir delilik bu,travmaları da bazen..biz ne alakayız ya?şartlı refleks.
İnsan ('cinsiyetsiz cinsiyetli') bazen de tutkusunun peşine düşer,hayalerinin peşinden gider,kendinindir,şu andadır,kopar yani.
Öteki ne oldu?
İnsan yalnızdır. Mutlu olalım!
18 Ağustos 2009
17 Ağustos 2009
24 Mayıs 2009, Pazar
saat: 02:37
hayatımın kıvamlı bir sıvı gibi yavaş yavaş her geçtiği girintiye uyum sağlamasını sonra da oraya buraya hiç yapışmadan öylece akışını izliyorum ve bu beni çoğu zaman hayran bırakırken bazen de tarifsiz hislere sürüklüyor.
çoğunlukla cehaletin o keyifli dünyasında kendimi zeki, akıllı hatta bilgili sanıyorum. ama sonra işte mesela bir akşamüstü. güneş ışınları filan.
ya da daha iyimserinden bir paragraflık tam olarak "hiçbir şey" anlayamadığım bir metin.
hayatımın kapısı bu ara ardına kadar açık kaldı sanıyorum. gelen giriyor. bir süre şaşkınlık ve eğlenceyle etrafı izledikten sonra da hepsi sıkılıp çekip gidiyor. ne de olsa ben sürprizleri olmayan tek düze ve işe yaramaz bir adamım.
kapısı açık olan hayatımda bir pencere açmamamın nedeni kesinlikle cereyan yapar korkusu değil tabi. yataktan bedenini çıkarmak için kendine söz geçiremeyen bir adam nasıl hayatın pencerelerini açabilir ki.
büyük bir oto-kontrol sorunu yaşıyorum. geçenlerde bir arkadaşıma ifade ettiğim gibi tam anlamıyla hayatın üzerinde (roaming) amaçsızca geziniyorum. tıpkı o başta benzettiğim kıvamlı sıvı gibi.
bütün bunlar sorun değil ama olric. sorun yada engel değil. nasıl anlatabilirim sana elbette bilmiyorum. kelimelerin dünyası çok kendi içine bükük ve kırılgan. oysa gerçek dünya tam tersi.
o yüzden yaşam kazanılması gereken bir meydan savaşı değil. olsa olsa serin bir denizde güzel bir yüzme keyfi.
saat: 02:37
hayatımın kıvamlı bir sıvı gibi yavaş yavaş her geçtiği girintiye uyum sağlamasını sonra da oraya buraya hiç yapışmadan öylece akışını izliyorum ve bu beni çoğu zaman hayran bırakırken bazen de tarifsiz hislere sürüklüyor.
çoğunlukla cehaletin o keyifli dünyasında kendimi zeki, akıllı hatta bilgili sanıyorum. ama sonra işte mesela bir akşamüstü. güneş ışınları filan.
ya da daha iyimserinden bir paragraflık tam olarak "hiçbir şey" anlayamadığım bir metin.
hayatımın kapısı bu ara ardına kadar açık kaldı sanıyorum. gelen giriyor. bir süre şaşkınlık ve eğlenceyle etrafı izledikten sonra da hepsi sıkılıp çekip gidiyor. ne de olsa ben sürprizleri olmayan tek düze ve işe yaramaz bir adamım.
kapısı açık olan hayatımda bir pencere açmamamın nedeni kesinlikle cereyan yapar korkusu değil tabi. yataktan bedenini çıkarmak için kendine söz geçiremeyen bir adam nasıl hayatın pencerelerini açabilir ki.
büyük bir oto-kontrol sorunu yaşıyorum. geçenlerde bir arkadaşıma ifade ettiğim gibi tam anlamıyla hayatın üzerinde (roaming) amaçsızca geziniyorum. tıpkı o başta benzettiğim kıvamlı sıvı gibi.
bütün bunlar sorun değil ama olric. sorun yada engel değil. nasıl anlatabilirim sana elbette bilmiyorum. kelimelerin dünyası çok kendi içine bükük ve kırılgan. oysa gerçek dünya tam tersi.
o yüzden yaşam kazanılması gereken bir meydan savaşı değil. olsa olsa serin bir denizde güzel bir yüzme keyfi.
09 Haziran 2009, Salı
saat: 11:04
yazı yazmanın başka bir yolu olmalı. bu basit "klişe" hallerden bizi kurtarabilecek, çukurlarla değil de boşluklarla dolu bir dil ve kelimeler olmalı. sürekli aynı dilin aynı çukurlarına düşmekten öte, başka dillerin aynı çukurlarına düşmek de bunaltıcı.
öyleyse şöyle söyleyelim, notalardan, harflerden ve sayılardan oluşan bir dil olmalı.
b3k Cm 45tyhFF kjhm4j7
saat: 11:11
gramsci'nin büyük dehası insanın ne kadar çabucak "ezberleyebildiği"ni keşfetmesiydi sanırım. zira biraz gücünüz varsa ve bir insanın günde 3 yada 5 defa bir şeyi duymasını sağlayabilirseniz o insan o şeyi ezberler ve sonra da çok benimsemiş bir şekilde onu kullanmaya başlar. birkaç kullanımdan sonra da o kelime onunmuş sanır. böylece kişi kelimelere ve kavramlara sığınır ve onlardan kendisine kaleler yapar. o kalelerin sarsılmayacağını umar. daha sarsılmaz kılmak için de o kelimeleri daha düzenli, daha tutarlı kılar felsefe yoluyla. fakat tıpkı nietzsche'yi delirten wagner gibidir hayat. notalar havada gezintidedir ve sizin kalenize de mutlaka bir gün biri isabet edecektir. o yüzden beni seviyorsanız aynı kelimeyi on seferden fazla kullanmayın bir ömürde.
saat: 11:04
yazı yazmanın başka bir yolu olmalı. bu basit "klişe" hallerden bizi kurtarabilecek, çukurlarla değil de boşluklarla dolu bir dil ve kelimeler olmalı. sürekli aynı dilin aynı çukurlarına düşmekten öte, başka dillerin aynı çukurlarına düşmek de bunaltıcı.
öyleyse şöyle söyleyelim, notalardan, harflerden ve sayılardan oluşan bir dil olmalı.
b3k Cm 45tyhFF kjhm4j7
saat: 11:11
gramsci'nin büyük dehası insanın ne kadar çabucak "ezberleyebildiği"ni keşfetmesiydi sanırım. zira biraz gücünüz varsa ve bir insanın günde 3 yada 5 defa bir şeyi duymasını sağlayabilirseniz o insan o şeyi ezberler ve sonra da çok benimsemiş bir şekilde onu kullanmaya başlar. birkaç kullanımdan sonra da o kelime onunmuş sanır. böylece kişi kelimelere ve kavramlara sığınır ve onlardan kendisine kaleler yapar. o kalelerin sarsılmayacağını umar. daha sarsılmaz kılmak için de o kelimeleri daha düzenli, daha tutarlı kılar felsefe yoluyla. fakat tıpkı nietzsche'yi delirten wagner gibidir hayat. notalar havada gezintidedir ve sizin kalenize de mutlaka bir gün biri isabet edecektir. o yüzden beni seviyorsanız aynı kelimeyi on seferden fazla kullanmayın bir ömürde.
16 Ağustos 2009
19 Temmuz 2009, Pazar
saat: 23:30
öğleden sonra
bütün pazar öğleden sonraları gibi alabildiğine miskin ve bir o kadar telaşlı. nokta koyup miskinin karşısına telaşlıyı yerleştiriyor bu da yazarımızın zihin yapısı hakkında bize güçlü bir ipucu veriyor olmalı. halbuki o ipuçları vermeyi sevmeyen ukala ve kendini beğenmiş bir adam. ama bunun bir önemi yok yani en azından şimdilik. ama şu camın önünde dışarıyı çıkabileceğini sanan sinek ya da bize öyle sandığını göstermeye çalışan sinek, vızıltısı, havadaki nem ve sıcağın üzerimize akan hareketsizliği ve deleuze. deleuze diye yazınca yine nokta koyuyor üçkağıtçı yazarımız evet evet kesinlikle bir üçkağıtçı bu adam ya da kadın, adam ya da kadın diye ayrım yapılmasını anlamıyorum aslında adam deyince eskiden hepsini kapsardı insan adamdı yani ama sonra adam gibi adam diye bir tanım çıktı bu tanım bir kısmının içini gıcıkladı ne yalan söyleyeyim yazarımızın benim ve tüm sevdiklerimin içini gıcıkladı. hatta ben bu tanımdan tiksindim tiksintim çok uzun sürdü hatta her alkol alıp kustuğumda bahanemin bu tanım olduğunu düşündüm işte insan böylelikle kendinden uzaklaşır okuyucu. ey okuyucu. yazarımızın ruh haline dair yeni bir ipucu daha böylelikle elimize geçer. yazar ey okuyucu yazıp nokta koyar yazarımız için noktaların özel bir önemi vardır noktayı güç eylem iktidar bağlamlarında düşünmeye meyleder ve bu bağlamlar arasındaki gezintisi esnasında oradan oraya savrulur eylemsizliğe inanası vardır ama eyleme de içten içe bir sempati besler gandhiyi bir solcu marxı ise bir hindu gibi görür. sonuçta birisi söyleyip ruhunu kurtardığını iddia etmiş oysa bir diğeri susarak bir halkı özgürleştirmiştir. yazarımızın kafası karışıktır ama bu karmaşa hayatın karmaşıklığından mı yoksa yazarımızın bir boşluğuna gelip çok okumuş olmasından mıdır bunu net bir şekilde bilemiyoruz. zaten öykümüzü gizemli ve dinlenesi kılan ayrıntılar da bu ve buna benzer gizemlerdir. oysa yalnızlığımız bütün bir hayatta topu topu birkaç saniyedir diye sanmaktadır yazarımız. sanrılarının gücü onu kuşatmaktadır ve bu sarmalın içinde bazen nefessiz kaldığı hissine kapılıverir. bu krizlerin büyük filozofların yaşadığına benzer krizler olduğunu düşünüp kendini avutur ve kimse onu tanımamasına ve kendisi de kıytırık bir adam olduğunu netlikle bilmesine rağmen yine de kendine büyük filozof payeleri yapıştırmayı sever. belki de budala bir romantiktir kendisi. ama bu belki de kelimesinden de anlaşılacağı üzere bu da bir başka muallaktır hikayemizde. ne de olsa biz kimsenin kafasının içini bilemeyiz. en keyifli şey de bu değil midir zaten ey okuyucu. ortalıkta kocaman boşluklarla doldurulmuş kafalar gezinmektedir ve boşluğa aç doldu kafalar. ama hiçbiri bir diğerinden haberdar değildir. o yüzden de dünya bir taverna pisti gibi rengarenk ve sıkıcıdır. akşam şehirde ışıklar yandığındaysa karanlık insanlara ölümü hatırlatır ve işte o zaman suratlarda bir huzursuz ifade seyreder. yazarımız bu ifadeye şaşkınlık ve huşu içinde bakar. çünkü yazarımız bir ölüm hayranıdır. hadi ama itiraf edin sizler de öylesiniz.
saat: 23:30
öğleden sonra
bütün pazar öğleden sonraları gibi alabildiğine miskin ve bir o kadar telaşlı. nokta koyup miskinin karşısına telaşlıyı yerleştiriyor bu da yazarımızın zihin yapısı hakkında bize güçlü bir ipucu veriyor olmalı. halbuki o ipuçları vermeyi sevmeyen ukala ve kendini beğenmiş bir adam. ama bunun bir önemi yok yani en azından şimdilik. ama şu camın önünde dışarıyı çıkabileceğini sanan sinek ya da bize öyle sandığını göstermeye çalışan sinek, vızıltısı, havadaki nem ve sıcağın üzerimize akan hareketsizliği ve deleuze. deleuze diye yazınca yine nokta koyuyor üçkağıtçı yazarımız evet evet kesinlikle bir üçkağıtçı bu adam ya da kadın, adam ya da kadın diye ayrım yapılmasını anlamıyorum aslında adam deyince eskiden hepsini kapsardı insan adamdı yani ama sonra adam gibi adam diye bir tanım çıktı bu tanım bir kısmının içini gıcıkladı ne yalan söyleyeyim yazarımızın benim ve tüm sevdiklerimin içini gıcıkladı. hatta ben bu tanımdan tiksindim tiksintim çok uzun sürdü hatta her alkol alıp kustuğumda bahanemin bu tanım olduğunu düşündüm işte insan böylelikle kendinden uzaklaşır okuyucu. ey okuyucu. yazarımızın ruh haline dair yeni bir ipucu daha böylelikle elimize geçer. yazar ey okuyucu yazıp nokta koyar yazarımız için noktaların özel bir önemi vardır noktayı güç eylem iktidar bağlamlarında düşünmeye meyleder ve bu bağlamlar arasındaki gezintisi esnasında oradan oraya savrulur eylemsizliğe inanası vardır ama eyleme de içten içe bir sempati besler gandhiyi bir solcu marxı ise bir hindu gibi görür. sonuçta birisi söyleyip ruhunu kurtardığını iddia etmiş oysa bir diğeri susarak bir halkı özgürleştirmiştir. yazarımızın kafası karışıktır ama bu karmaşa hayatın karmaşıklığından mı yoksa yazarımızın bir boşluğuna gelip çok okumuş olmasından mıdır bunu net bir şekilde bilemiyoruz. zaten öykümüzü gizemli ve dinlenesi kılan ayrıntılar da bu ve buna benzer gizemlerdir. oysa yalnızlığımız bütün bir hayatta topu topu birkaç saniyedir diye sanmaktadır yazarımız. sanrılarının gücü onu kuşatmaktadır ve bu sarmalın içinde bazen nefessiz kaldığı hissine kapılıverir. bu krizlerin büyük filozofların yaşadığına benzer krizler olduğunu düşünüp kendini avutur ve kimse onu tanımamasına ve kendisi de kıytırık bir adam olduğunu netlikle bilmesine rağmen yine de kendine büyük filozof payeleri yapıştırmayı sever. belki de budala bir romantiktir kendisi. ama bu belki de kelimesinden de anlaşılacağı üzere bu da bir başka muallaktır hikayemizde. ne de olsa biz kimsenin kafasının içini bilemeyiz. en keyifli şey de bu değil midir zaten ey okuyucu. ortalıkta kocaman boşluklarla doldurulmuş kafalar gezinmektedir ve boşluğa aç doldu kafalar. ama hiçbiri bir diğerinden haberdar değildir. o yüzden de dünya bir taverna pisti gibi rengarenk ve sıkıcıdır. akşam şehirde ışıklar yandığındaysa karanlık insanlara ölümü hatırlatır ve işte o zaman suratlarda bir huzursuz ifade seyreder. yazarımız bu ifadeye şaşkınlık ve huşu içinde bakar. çünkü yazarımız bir ölüm hayranıdır. hadi ama itiraf edin sizler de öylesiniz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)