
ayaklarını bulutun içine uzattı. yüzüne toprak sürdü ve yaralarına papatya suyu. ekin toprağın sırtına ağır geldiğinde kelimelerini çekti kınından ve bir tırpan misali ellerini doğradı. damarlarından akan özsuyunu çatallı diliyle tattı. gözyuvarlağı üzerinde yer alan binlerce gözüyle etrafına baktı. içi yatıştı. ayaklarını bulutun içine uzattı. yüzüne toprak sürdü. kanatlarının vızıltısını dinledi bir süre. papatyanın üzerine yalpalaya yalpalaya konuşunu ve papatyanın renklerini. binlerce farklı sarısını. ağzındaki zehre söz geçirmek istedi. bir de kabuk değiştirmesinin vakti geliyordu. bulutun içindeki ayaklarına baktı. yürüdüğü yollara üzüldü. ne gerek vardı ki peteklere dedi. geçenlerde bir nehri geçerken sırtında vurulmuş ağır yükle nasıl da zorlanmıştı. az kalsın yığılıp kalacaktı nehrin ortasına. su göğsünün hizasına dek ulaşmıştı hatta bir ara. uzun diliyle suyu tattı. dilinin zehri gibi öldürücü göründü. asırlık koca gövdesinin en uçlarında açan çiçeklerin renklerine kulak kabarttı. tıpkı kanatlarındaki vızıltıyı duydu. kalbi atıyordu. sarıydı. bedeninin kuyruk kısmını salladı ve yine aynı vızıltıyı duydu. güneş iyiden iyiye yakıyordu. yeşildi. üzerine konan bir güvercinin göğsüne yavruları için doldurduğu su taneciklerinden birkaç tanesini gövdesine emdi. susuzluğu yatıştı. güvercin gitti. güvercinin ardından kendi kendine "acaba ben kimim" diye mırıldandı. aynı anda dallarından birinde aynı vızıltıyla bir çiçek yavaş yavaş yapraklarını açtı. pembeydi. umutlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder