29 Ekim 2013

bağlam


bugün kazandığım bir saati sana hediye ediyorum şahenk. al sana bir akrep ve bir yelkovan. bir de eski püskü anahtar ve rüya yakalayıcı. eğer kötü bir rüya görürsen, o tutacak, fileye benzer ağları arasında. yok sen yine de kötü bir rüya görürsen götür yak onu. şamanlar ne zaman yanıldılar ki? bazen umudumu yitirdiğim ya da ümidimi yitirdiğim oluyor. bilirsin o halleri. bir hikayenin tatsız sonu gibi. gogolvari bir hikaye gibi yani. o paltoda öyle naif ve gerçek gözyaşları döküşüm gibi. bir paltoyu tamir etmeyen tüm o orospu çocuklarının az önce yürüdüğüm o dar sokaklarda kafalarını içki şişelerine gömmüş bu kalabalık olduğundan emindim. bu dünya kötü bir dünya şahenk. bazılarımız aç. bu yaşa geldim artık buna alışmalıyım değil mi? değil şahenk. buna alışmayacağım. sana ne oğlum diyenleri defterin "siktiredilmişler" sayfasına kaydedeceğim ve yola devam edeceğim. harnupun dalları altında aklıma düşen haikudan da anlayabileceğimiz üzere, tıpkı ışık pekmezi gibi bu dünya da hepimize yetmeli. ama bazılarımız bu dünyayı diğerlerine dar etmek istiyorlar. ve bunu yapabilmek için o kadar çok çalışmışlar ki, düşünüyorum yarın işe başlasak belki yüz yıl aralıksız çalışmamız gerekir. ne için mi şahenk? sana ve bana bizim düşman olmadığımızı anlatmak için. hatta belki yine de aramızdan anlamayanlar çıkar. çıkacaktır. o zaman işte devrimimizin doğası gereği onları asmamız gerekecek. tıpkı ecinnilerde o deli deli konuşan, masanın en ucundaki genç adam gibi. eşitlik için uğraştıkça bir tek adam yönetimine varacağız. bunlar büyük zavallılıklar şahenk. düşünürsen sen bile üzülürsün. benim de üzüldüğüm anlar oluyor işte böyle. bu şarkı eşliğinde özellikle. şunu bilmeni isterim. şarkıların zamanla her şey gibi bağlamları değişir. çünkü o kolunun iç tarafında aşağı doğru açılan dövmenin belki de ilelebet müthiş bir şekilde tespit ettiği biçimde her şey geçer. evet bazen bazı şeyler de birbirine geçer. ve böylelikle bağlamlar kopar, yer değiştirir, bozulur, yeniden kurulur. geçişlerle her şey birbirine geçer ve insan yollardan geçer. ve yollar da yollardan geçer. ve insanlar da insanlardan geçer. yolları kat edişler gibidir bu. bir insan bir insanın içinden üzerinden yanından geçebilir. siz belki bir insanın içine girmeyi şehvetle eş tutarsınız. oysa siz bir kelime uçuruverirsiniz havaya o gider kulağından girer kişinin. siz bir koku verirsiniz havaya o gider burnundan girer. siz bir duygunuzu verirsiniz o gider yüreğinden girer. ve siz teninizi verirsiniz birbirine geçiverir iki beden. her halükarda iki beden birbirine geçer. her şey geçer yani. tıpkı bizler gibi. o lahitin yanında gecenin zifiri karanlığında rakım ben ve denizin ılık sesi oturuyorduk. kral o lahitten çıkıp kendisine bir kadeh koydu. uzun uzun sessizce oturuşuyla her şey geçer der gibiydi. zaten sonra da sessizce kalkıp lahitine döndü. zaten şahenk sana bir örnekle kanıtlayamayacağım bir şeyden bahsetmem. böyle böyle kazandım senin güvenini. açık lahitlerden rakı kokusuna gelen krallar filan yani. orada o kayaların arasında oturup denizin kayalara geçtiği noktadan dünyaya bakarken, bu koca kaya parçasının uzayın içinde fırıl fırıl döndüğüne inandım. yani bütün bunların bir yalan olduğuna inandım aslında. o kayaları birbirine geçiren köprü misali yavaşça ve sessizce bedenimi denize geçirdim. belki bu sesi hiç duymadınız ama deniz kayalara çarparken bir aşığın soluk alıp verişi misali heyecanlıydı. içine geçiyordum. tüylerim diken diken olarak. o da benim içime geçiyordu. kayaların içine dolup boşalan suyun sesinde o şefkat vardı. sarılıp içine geçmek istediğiniz insanlar olmuştur. işte o içe geçiş şefkati ey insanoğlu. ey uzayda fırıl dönen zavallı insanoğlu. o güzelim şefkati bırakıp şehvetin peşine düştün. düşme demem ama düşeceksen de şefkatle iç içe geçmiş bir şehvetin peşine düş. birinin içine geç ve o da senin. ama bunu öyle şiddetli ve istekli yap ki, iki beden çarpışmanın şiddetiyle erisin ve birleşsin ve sen bir beden olmadığını anla. sonra şahenk şarkıda söylediği gibi ışığı görebiliyor musun (can you see the light?) umarım görebiliyorsundur. şarkıların bağlamı değişir.     

22 Ekim 2013

zamanın ruhu

insan bu zamanda yazmaya kalkışacaksa, kelimeleri kara delik misali olmalı.
ya da kelimeleriyle bir kara delik inşa etmeli.
öyle ki, kelimeler bir araya geldiğinde ışığı, maddeyi ve tüm duyguları içine soğuracak kadar büyük bir çekime sahip olmalı.
                         ve belki o kelimeler,
                                                     o zaman,

                                  bir paralel evrene açılıp yeni bir dünya kurabilirler.

işte bu yüzden bu çağda yazar,
her zamankinden daha çok,
başka bir dünyaya inanmalı.

7 Ekim 2013

hüsnü arıkan & birsen tezer - hoşgeldin



Bugün dağların dumanı aralandı, hoşgeldin
Bugün dağların dumanı aralandı, hoşgeldin
Ah ışıklar içinde kaldım, yandım efendim
Ah ışıklar içinde kaldım, yandım efendim
 

 
Sen bana yangın ol efendim, ben sana rüzgâr
Tutuşsun gün, yansın geceler, zamanımız dar
Sen bana geç geldin, ben sana erken
Tutuşsun gün, yansın geceler, vaktimiz varken
 

 
Bugün günlerden güzellik, sefa geldin, hoş geldin
Bugün günlerden güzellik, sefa geldin, hoş geldin
Ah bu yağmur yalnızlığımmış, dindim efendim
Ah bu yağmur yalnızlığımmış, dindim efendim
 

 
Sen bana yangın ol efendim, ben sana rüzgâr
Tutuşsun gün, yansın geceler, zamanımız dar
Sen bana geç kaldın, ben sana erken
Soyunsun gün, sarsın geceler, vaktimiz varken
Soyunsun gün, sarsın geceler, vaktimiz varken

1 Ekim 2013

ger/çek

Anlardım aklından geçenleri
Sustukça konuştuk sanki
Sevdaymış meğer bu içimizde
Yıllardır uyuyan deli
Sessizlik sensin geceleri

Dayandım gecenin karasına
Artık kimse kıramaz beni
O kül gibi deniz o sessiz kız
Kayıp bir sandala binip gitti

Ne sen söyledin derdini
Ne ben sevdiğime inandım
Unut geçen eski günleri
Bunca yıl sonra nasılsın?
 
 
evet şahenk efendi. ezginin günlüğü böyle dizelerle içimizi kanatırken hayat bir yandan akıp geçiyor. klişelere gönlümüzü kaptırmayalım değil mi? yaşlı bir adam geçenlerde yine veciz sözler paylaştı benle şahenk. evet biliyorum sen de kendine yaşlı adam muamelesi yapıyorsun. fakat henüz o kadar yaşlı değilsin şahenk. yani o amcaya dediğim gibi içtenlikle "yaşlı adam" sana diyemem. kusuruma bakma lütfen. şimdi şu resme uzaktan bak şahenk. yani şu yukarıdaki dizeler diyorum. hayatımızı gerçek bir melodrama dönüştürmüyor mu sence de? o kül gibi deniz o sessiz kız kayıp bir sandala binip gidiyorlar. yani gerçekten de binip gidiyorlar şahenk. bunlar gündelik hayatta karşımıza çıkan gerçekler. ama işte şahenk. gerçekler dediğin zaman orada durmalısın. çünkü yaşlı adamın büyük bir haklılıkla ifade ettiği üzere ah o gerçekler şahenk. tanrı onların belasını versin. zavallı gerçekler ve o gerçeklere inanan o zavallı guruh. yaşlı adam yanımda dikiliyordu. bu şarkı nereden çıktı diyorsan şahenk, adam uzandı eski püskü bir kaset çalara eski püskü bir kaset takıp, oynat tuşuna sertçe basıverdi. fincana kahve koydum gel diyordu sakallı adam. pek naifti sesi. yaşlı adam dışardaki bir avuç adamı işaret ederek, "evlat bu adamların gerçekleri aman seni tutsak etmesin zira gerçekleri çok gerçektir can sıkar" deyiverdi. gerçekleri çok gerçek adamlar vardı camekanın tam diğer yakasında. bizi onlardan itinayla ayıran bir camekan vardı yani. gerçeğe asla inanmadığım bir dünyanın, eski kitapların, tam ortasında bir yaşlı adam, bir yaşlı kasetçalar, bir yaşlı kaset ve bendeniz dikilmekteydik. gerçeğe asla inanmadığım diyorken bile hayalimde kalmış yarı gerçek bir geçmişte kulaç atmaktaydım. evet akıntıya karşı yüzüyordum ve evet pişmandım. ve evet kayıp bir sandal vardı. yani hikayenin bir yerinde olmalıydı en azından. yaşadığım ve gerçek kıldığım hikayeyi baştan tekrar tekrar yazıp her seferinde yepyeni bir hale büründürüyordum. gerçeğe inanmadığımı az önce belirtmiştim ey zavallı guruh. olsun yine de adamın sesi gerçekten naifti. ve gerçekten adamın sesi bir kayıp sandala ve sessiz kıza inandırıyordu insanı. gerçekleri çok gerçek adamların can sıkıcılığından sıkılmakla geçen ömürler vardı şahenk. bunu anlıyor musun bilmiyorum ama özlemek şahenk. bir gerçeği insana binlerce kez başka başka yazdırıp her birini ayrı bir hikayeye çeviriverir. işte o zaman sen de gerçeğin çok can sıkıcı olduğuna ikna oluverirsin.