1 Ekim 2013

ger/çek

Anlardım aklından geçenleri
Sustukça konuştuk sanki
Sevdaymış meğer bu içimizde
Yıllardır uyuyan deli
Sessizlik sensin geceleri

Dayandım gecenin karasına
Artık kimse kıramaz beni
O kül gibi deniz o sessiz kız
Kayıp bir sandala binip gitti

Ne sen söyledin derdini
Ne ben sevdiğime inandım
Unut geçen eski günleri
Bunca yıl sonra nasılsın?
 
 
evet şahenk efendi. ezginin günlüğü böyle dizelerle içimizi kanatırken hayat bir yandan akıp geçiyor. klişelere gönlümüzü kaptırmayalım değil mi? yaşlı bir adam geçenlerde yine veciz sözler paylaştı benle şahenk. evet biliyorum sen de kendine yaşlı adam muamelesi yapıyorsun. fakat henüz o kadar yaşlı değilsin şahenk. yani o amcaya dediğim gibi içtenlikle "yaşlı adam" sana diyemem. kusuruma bakma lütfen. şimdi şu resme uzaktan bak şahenk. yani şu yukarıdaki dizeler diyorum. hayatımızı gerçek bir melodrama dönüştürmüyor mu sence de? o kül gibi deniz o sessiz kız kayıp bir sandala binip gidiyorlar. yani gerçekten de binip gidiyorlar şahenk. bunlar gündelik hayatta karşımıza çıkan gerçekler. ama işte şahenk. gerçekler dediğin zaman orada durmalısın. çünkü yaşlı adamın büyük bir haklılıkla ifade ettiği üzere ah o gerçekler şahenk. tanrı onların belasını versin. zavallı gerçekler ve o gerçeklere inanan o zavallı guruh. yaşlı adam yanımda dikiliyordu. bu şarkı nereden çıktı diyorsan şahenk, adam uzandı eski püskü bir kaset çalara eski püskü bir kaset takıp, oynat tuşuna sertçe basıverdi. fincana kahve koydum gel diyordu sakallı adam. pek naifti sesi. yaşlı adam dışardaki bir avuç adamı işaret ederek, "evlat bu adamların gerçekleri aman seni tutsak etmesin zira gerçekleri çok gerçektir can sıkar" deyiverdi. gerçekleri çok gerçek adamlar vardı camekanın tam diğer yakasında. bizi onlardan itinayla ayıran bir camekan vardı yani. gerçeğe asla inanmadığım bir dünyanın, eski kitapların, tam ortasında bir yaşlı adam, bir yaşlı kasetçalar, bir yaşlı kaset ve bendeniz dikilmekteydik. gerçeğe asla inanmadığım diyorken bile hayalimde kalmış yarı gerçek bir geçmişte kulaç atmaktaydım. evet akıntıya karşı yüzüyordum ve evet pişmandım. ve evet kayıp bir sandal vardı. yani hikayenin bir yerinde olmalıydı en azından. yaşadığım ve gerçek kıldığım hikayeyi baştan tekrar tekrar yazıp her seferinde yepyeni bir hale büründürüyordum. gerçeğe inanmadığımı az önce belirtmiştim ey zavallı guruh. olsun yine de adamın sesi gerçekten naifti. ve gerçekten adamın sesi bir kayıp sandala ve sessiz kıza inandırıyordu insanı. gerçekleri çok gerçek adamların can sıkıcılığından sıkılmakla geçen ömürler vardı şahenk. bunu anlıyor musun bilmiyorum ama özlemek şahenk. bir gerçeği insana binlerce kez başka başka yazdırıp her birini ayrı bir hikayeye çeviriverir. işte o zaman sen de gerçeğin çok can sıkıcı olduğuna ikna oluverirsin. 

Hiç yorum yok: