28 Şubat 2013

ah sıla ah

dönüp dolaşıp başa saran kelimelerim var. kaçan uykularım. eriyen bir bedenim. gün aydınlanmadan hırpalanmış bir yürekle uyanıyorum. bir o yana bir bu yana dönüyorum. ve her şeyi her ayrıntısıyla başa sarıyorum. bir cinayetin delilini ararcasına itinayla. her detaya her kareye tekrar tekrar bakıyorum. sonra susuyorum tekrar. o susuşları özlediğim için susuyorum. ne düşünüyorsun? hemen söylemelisin aklından geçeni. içine bir şeyler katmadan ve yalan dolan çevirmeden. oyunun kuralı bu. iki gündür içtiğim sigaralarda bile seni anıyorum. çöken yanaklarıma bakıyorum. hayat kısa. kuşlar uçuyor. güneşli günler geçiyor. bütün yollar beraber geçtiğimiz yollara çıkıyor. sonra derin dalışlar. bir kez daha ah çekiyorum. ah sıla ah diyorum.

24 Şubat 2013

yalnız bir opera - murathan mungan

                      Bana Zamandan söz ediyorlar
Gelip size Zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. Hepsini bilirsiniz zaten, bir ise yaramadığını bildiğiniz gibi. Dahası onlar da bilirler. Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,
öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden
karşılaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla baş etmek,
uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır.
Zaman
Alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar
dibe çöker. Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. Bir
yerlerden
bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir

gün gelir bir gün
başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
o eski ağrı
ansızın geri teper.
Dilerim geri teper. Yoksa gerçekten
Bitmişsinizdir.

Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır, anlamları
önemi kavranır. Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini
kazanır. Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.

Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Herşeye iyi gelen Zaman sizi kanatır


ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
günlerin dökümünü yap
benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
kim bilebilir ikimizden başka?
sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren
kendiliğindenliği
yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi
bir düşün
emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Bunlar da bir ise yaramadıysa
Demek yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda

22 Şubat 2013

amour

filme başlarken bunların olacağı aklımın ucundan bile geçmezdi. aşkın nereden nasıl karşımıza çıkacağını bilemeyiz. nasıl serpilip, nasıl bizi elden ayaktan düşüreceğini de. açılmayan bir telefon. yine kırgınlıklar. akşam arabada birden o parça çalmaya başlayınca bütün dikkatim dağılıverdi. yandan gelen arabayı göremedim. geç ve ani bir frenle durdum. eve geldiğimde bütün haftanın o bitmek bilmeyen duygular bütünüyle birlikteydim. sabahtan beri kafamın içinde bir adam "I can't heal these scars" deyip durdu. bir kadın yaşamaktan vazgeçtiği zaman onu hayatta tutmak için uğraşmakla, bir kadın bir erkekten vazgeçtiğinde onu o erkekte tutmaya çalışmak arasında bir fark yok diye düşündüm. fakat önemli olan o incelikti işte. o inceliğin paylaşılacağı kadar vakit olup olmadığıydı. izlerken hıçkırıklara boğulduğum sahne pişmanlıklarımdı. inceliğin, yalınlığın ve zerafetin etrafı tekrar ele geçirebilmesi için teslim oldum. birileri sen istemeden gidince bir defter açıyor insan gün gün onunla konuşur gibi yazmaya başlıyor. günlerdir dinlediğim şarkıda dediği gibi "ışığı görebiliyor musun? bütün etrafımızda." bütün bu olan bitenin her ne kada gerçek bir sevgiyle ilgisi varsa da hayatımın hoyratlaşmaya başlamasıyla da ilgisi var. biri yukarıdan kafama adeta bir çekiç attı. günlerdir sendeleyerek yürüyorum. ellerime bakıyorum. yumuşak ve narin ellerime. bu ellerle yapıyorum ne yapıyorsam. bu ellerin anlatmak istediğine tekrar kulak veriyorum. kulaklarım, dudaklarım, ellerim ve ayaklarımla tekrar hayatın içindeyim. yaşamak istemeyen birini hayatta tutmak için çabalamak gerek, ta ki o gerçekten hayattan çekilmeyi artık sana bile kabul ettirene kadar. orada insan eline bir yastık almalı ve yüzüne bastırmalı, sonra da eve giren bir güvercini battaniyeyle yakalayıp göğsüne basmalı. içimdeki ses yumuşak ellerimi kavrıyor. gel benimle diyor. seninle güzel işler yapacağız. deneyeceğiz. yenileceğiz. sonra daha güzel deneyip daha güzel yenileceğiz. yenmeyi aklımızın ucundan bile geçirmiyoruz. tanrı bizi yenmekten korusun. haydi paltonu giy. dışarısı soğuk. elini tutacağım.

my oblivion

She's my oblivion - it's to her I run

Out on the balcony - she waits for me
Out on the boundary - she smiles

She's my oblivion
Which way to turn?
The edges of our love are in the stars
And on the balcony
She waits for me
Out on the boundary
She smiles

Make this alive
Good days are back
Open your eyes when it falls
Come back to the air

I can't tell you what you already know
I can't make you feel what you already feel
I can't show you what's in front of you
I can't heal those scars

She's my oblivion
And my skin burns
Her hands all over me

She whispers:
“The edges of our love are in the stars? (choir)

Good days are alive
Good days are back
Open your eyes when it falls
Come back to the air

So look down to the street below
Don't look up to the stars above
You look around
See what's in front of you
Don't look down, don't look down

Can you see the light?
It shines onto us tonight
Can you see the light?
It's all around you



21 Şubat 2013

she is my oblivion

şarkı tatlılıkla başlıyor. bu itoğluitler neler yaşadığımızı nereden biliyorlar diye iç geçiriyorum. gitarın rahat ritmi içimdekine nasılda tezat. she is my oblivion diyor. she smiles bilmem ne der gibi diyor ama. yine de tercihler değil önemli olan. önemli olan gerçekler. o bu cümleyi tekrar ettikçe, içimdeki gerçekle barışma ve gerçeğe teslim olma isteği azalıyor. şibumideki sadelik diyor. ah o sadelik. bir cümle daha var. bütün gün içimden tekrar ediyorum. ölülere bile kırk gün veriyorlarmış. yolun çok başındayım. bir ayda kendine gelirsin diyor. dedikçe diyor. o sabah. kızılayın gri ve puslu sabahlarından birinde. gittim yukarıdan bakan bir yerde sabahın erken saatinde sarhoş olmaya kalkıştım. ve orada "unutulan"ı okudum. bir de mektup yazdım. çatı katında, o eski fotografların arasında, eski bir topuklu ayakkabıyla birlikte unutulan bir eski sevgili. unutulmaktan ölmüş bir sevgili. unutulmaktan, ilgisizlikten ölmüş ve öylece kalakalmış bir sevgiliyi okudum. sarhoş olmaya kalkıştım. sabah ellerimi tuttu. bana gülümsedi. sarıldığımda yüreğim yernden çıkmaya can atıyordu. şarkı hala çalıyordu. she is my oblivion diyordu. nasıl da denk düşüyordu bütün kelimeler. içim çıtır çıtır kırılan eski bir odun parçası gibiydi. her gün suyu biraz daha çekilip biraz daha çatırdıyordu. biraz daha kırılıyordu. cümleyi içimden tekrar ediyordum. o da hatırlıyor olmalı. bütün bu garip sıcaklıktaki anıların hepsini. öyle söylemek zorunda bırakmışsındır onu. o napsındırki yani. sen zorunda bırakmışsındır. sen öylesindir zaten. o da öyle düşünmüyordur yani. anlıyor musun. bu fikirle yaşanmaz. için çıtır çıtır kırılır. kırılsındır da. hayat bazen yanlıştır. bazen doğrudur. çoğu zamansa çok geçtir. ışığı çok hızlı zannettiğimizde geç kaldığımızı daha önc anlatmıştım sana şahenk. o bakış yine gecikti. bakmaya geç kaldım. o benim ilgisizliğim diyor şarkıda şahenk. nereden biliyor bu itoğluitler neler yaşadığımızı. içimde bir cümle garip bir fon müziğine dönüşüyor. bütün anıları tek tek saniye saniye tekrar yaşarken o cümle garip bir ritmle dönmeye devam ediyor. geç kaldığıma inanasım geldikçe aklıma çocukluğum geliyor. hala nefes alıyorsak geç değildir deyişim geliyor. anılar sirk atları gibi tıngır mıngır dönerken hadi diyorum at kışı üzerinden, güzel kokan gömlekler giy ve hayata güven.

14 Şubat 2013

çocukluk



http://grooveshark.com/s/Alinma+Agliyorsam/4YWiqO?src=5

çocukluğumu hatırlıyorum. hatırlamaya değer tek şey çocukluktur zaten. o çok bahsettiğim "içimiz" de zaten çocukluğumuzdan kalan tek hatıradır. yani içimiz bize çocukluğumuzdan kalan bir mirastır.

11 Şubat 2013

aristoteles

Büyük İskender,ünlü bir filozof olan hocası Aristo'ya sorar:
"Zaptettiğim topraklardaki insanları yönetimim altında tutmak için ne yapmalıyım?Ülkenin ileri gelen insanlarını sürgüne mi göndereyim,hapse mi atayım,yoksa kılıçtan mı geçireyim?"
Aristo; Sürgünde toplanıp sana karşı başkaldırırlar der ilk şıkkı eler.Hapishaneler militan yuvası olur;kontrolden çıkar der ve ikinci şıkkı eler.Kılıçtan geçirirsen onlardan sonraki kuşak intikam hırsıyla büyür,tahtını sallar der üçüncü şıkkı eler.
Ve şu nasihatı verir:"İnsanların arasına nifak tohumları ekeceksin.Onlar birbirleriyle savaşırken sen kendini hakem olarak kabul ettireceksin.Ama anlaşmaya giden bütün yolları tıkayacaksın."

9 Şubat 2013

fazla

arabaya bindiğimde yağmur yağıyordu. önümdeki düz yolun ilerisinde yanan yeşil trafik lambası ve müzik gerçekten uyumluydu. yavaş yavaş yukarı tırmandıkça yağmur kara dönmeye başladı ve etraf bembeyazdı. işte o zaman sana haykırmak istedim. yalnızlığımızın bir kıymeti yok. gördüğüm bunca güzellik bana fazla geldiği için yanımda olmanı istiyorum. o güzelliklerin daha güzelleşebilmeleri için içimden ve varoluşlarından çıkıp yansımaları gerek. yansıyarak çoğalmaları gerek. o güzelliklerin çoğalması ise bizim o güzelliklerin içinde kendimizi kaybedebileceğimiz kadar etrafımızı çevrelemesi demek. lapa lapa kar yağıyordu. yollar bomboştu. trafik ışıkları bir dans şarkısına eşlik edercesine yanıp sönüyordu. ben yine yoldaydım. yine yolun büyüsüne kapılıyordum. yine güzellikle başedemiyordum. kötülükle herkes başedebilir. güzellikle başedebilmek ise ancak elele olacak iştir. kar yağıyordu, şehrin ışıkları altın sarısıyla boyuyordu sokakları radyodaki şarkı ağacın dalları ve bütün detaylar son derece uyumluydu. sana haykırmak istiyordum. bütün bu güzellikler bana fazla geliyordu.

3 Şubat 2013

yalın-ız-lık

bütün bu yalnızlığın şahenk, bizimle yani biz insanlarla hiç ilgisi olmadığı bir alan vardır. bunu hiç hissettin mi bilemiyorum tabi. ama o alanı hissettiğin zaman yalnızlığının kıymetini anlarsın. orada yine yalnızsındır ama içi çok dolu bir yalnızlıktır bu. birçok yalnızlıklar orada buluşmuş hercümerç olmuştur. oraya ilk varışımda evrenimizin dağılma eğilimi gelmişti aklıma. çünkü burada her şey tam tersine birleşme eğilimindeydi. bütün yalnızlıklar diğer yalnızlıklarla ortaklıklarını bulup bulup kümeleniyorlardı. büyüyüp o kütle içinde kaynaşıyorduk ve hala yalnızdık. bütün bunlar uzayın orta bir yerinde oluyordu. tıpkı gezegenin de uzayın orta bir yerinde oluşu misali. bir kayanın üzerinde uzayın içinde aklın almayacağı hızlarda bir yolculuk yapıyorduk. buna hayat deniyordu. üzerimizden yıldız kümeleri, galaksiler, nebulalar, ve milyonlarca gök cismi geçerken biz hala buradaydık. ağaçları kesip karton bardaklar yapmakla uğraşıyorduk. evet hep uğraşıyorduk. bir türlü bizi bir başımıza bırakmıyorlardı. sürekli o birileri tanımadığımız halde gelip hayatımızın orta yerine oturuyordu ve bize hükmetmeye kalkıyordu. kalkışması yetmezmiş gibi biz de hemen ellerimizi kaldırıp teslim oluyorduk. işin tadı her defasında daha fazla kaçıyordu. kişi eylemeyi sevse eylemesi eylem olmaktan çıkacak. işte buradaki sevme, yapmadan yapmayı (wei-wu-wei) açıklıyor. buna sevgi bile denmeyebilir. bu uzayın boşluğunda kendiliğinden dönen gezegenlerin kendiliğindenliği belkide. kişi kendi-liğinden yaşamalı. kendi olmasından dolayı yani. kendi olmasının yörünge enerjisiyle savrulmalı. bu kendiliğindeki yeknesak yalnızlıkla ancak o diğer yalnızlıklara doğru savrulabilir. o yalnızlıkların kümelenişiyle yıldızların kümelenişi arasında bir fark yoktur. yıldız kümelerinin diğer büyük yıldız kümlerini çekmesi sonra birbirlerine çarpması ve sonra yepyeni yıldız kümelerinin oluşması misali, bizler de yalnızlığımızla başka yalnızlıklara çarparız. o yalnızlıklar ki milyonlarca başka yalnızlıkla kümelenmiş haldedirler. biz bir yalnızlıkla bir yalnızlığa çarptık zannederiz. gündelik hayatın küçük merceği bizi böyle görmeye, böyle algılamaya zorlar. halbuki olan bütün bir insanlık sorunudur. ortada devasa bir dram vardır bile denebilir. biz iki kişi birbirimize çarptığımızı sandığımız o anda, o derin parçalanmanın sesleri, kokuları, bulutları, hızları ortaya çıkarken, bütün o büyük kümeler halindeki yalnızlıklarımız da bizimle çarpışmıştır. insan bazen yaşadığı acıları büyütmemek eğiliminde olur. yaşananın basit fazla önemsenmemesi gereken fazla dramatize edilmemesi gereken bir şey olduğunu düşünür. ama kalbi öyle demez. kalbi deliler gibi atar. susmaz. işte o anlardaki acılar bizim gerçek yalnızlığımızın acılarıdır. o acılar bütün o kümelenmiş yalnızlıkların ortak diline dönüşür. bu tek kişilik bir şey değildir artık. tek bir yıldızın ölümü doğumu ya da çarpışması değildir. bir yıldız kümesinin diğer yıldız kümesine doğru hareketidir. renkler canlı ve rengarenktir. acılar da öyle.