11 Kasım 2016
cohen
sizinle yalnızlığımda karşılaştım. cohen öldü şahenk. yaşarken bize çok şeyler anlatmış bu adam ölürken de çok şeyler anlattı. şimdi yıllar sonra tekrar zorbayla bir masadayız. o şarap içiyor. beni yıllar eskitmiş şaraba el süremiyorum. susup onu dinliyorum. yıllar önce hadi ordan hergele dediğim her cümlesine garip bir vakarla katılıyorum. başımı önüme eğiyorum. bu büyümek ya da yaşlanmak ya da olgunlaşmak dedikleri şey kadar saçma, ucuz, beş paralık iş yok.
afrikalılar yılana taparmış sırf her yeri toprağa değiyor toprağı anlıyor diye. zorba dedi. cohen de öyleydi işte şahenk. aramızda bir yılandı. gerçekle çok dalga geçen ama çok ciddi ve çok gerçek bir adamdı. gerçek insanların kelimelerin dünyasına söz geçirebilen bir yönleri vardır. yeterince gerçekseniz gerçek olmayan her şeyi gerçeğe evriltebilir her şeyi bükebilirsiniz. çünkü gerçek kendisine katlananları ya da kendisinin içinde yok olmayı kabullenenleri kucaklar ve ödüllendirir.
coheni yıllarca yüzündeki memnuniyetsiz ifadesinden dolayı çok yargıladım. çok sonra aydınlaşmış buda da aynı memnuniyetsiz ifadeyi keşfedecektim. aydınlanmış budayı gülümseyerek resmedenlerin aydınlanmayı yanlış anladığına ikna oldum. zaten zorbanın da dediği gibi, insan bir canavardır patron. daha geçen ölüm için hazırım diyen adamın yelkenleri doldurup çekip gitmesinde gerçekle ilişkimizi sorgulatacak kudrette bir garez aramalıyız. bütün günüm bunu düşünmekle geçti. yeterince gerçek olmanın simyacısına, kelimelerin ve şiirlerin efendisine bu köşeden selam olsun. dünyayı daha güzel bir yer yapmadı, hiçbirimiz yapamadık zaten. ama bize katlanma gücü verdi.
20 Ekim 2016
kara topraklar
bonobo'nun da bizleri dansa davet etmesindeki sebep tam da budur belki. hani aşık veysel'in dediği gibi benim sadık yarim kara topraktır.
dinlediğimde içimde bir şelalenin çağladığını hissediyorum. içimizde ne çok şey var. durgun göller, azgın dalgalar, beyaz bulutlar, gonca güller ve belki papatyalar. seninle uçsuz bucaksız bir başak tarlasında karşılaşmıştık ilk şahenk. sarı saçların başakların arasında kaybolup tekrar beliriyordu. o sarı rengin büyüsü van gogh'u delirtti. senle beni ise dost etti. o uçsuz sapsarı tarlada hayatımda ilk kez zamanın olmadığını anlamıştım. o tarlaya ikinci gidişimdeyse kendimin de varolmadığını anlamıştım. insanın varolmadığını anlaması da biraz saçma farkındayım. madem yoksun olmadığının farkına varan kim?... evet şahenk hem olmayıp hem de olmadığının farkına varabilirsin. çünkü aslında atomlar etrafımızı sarmaz, aslında atomlar aralıksız ve güzelce titreşir. susmayı öğrenenler için atomların titreşiminde güzel bir dil vardır. susmayı öğrenenler yalnızlıktan şikayet etmezler. bazı şeyler bu evrende olanaklı değildir şahenk. çünkü karbon bazlıdır bu evren. karbon da nasıl diyeyim sana biraz ucuzdur. yani biraz bayağıdır. siz etrafınızdaki evrene çok hayransınız biliyorum. ben de öyleyim. ama bu karbon biraz lümpendir yani.
tamam şaka bir yana ne kadar süredir bu evrendeyim çok merak ediyorum. sarı başaklar şahenk.
dinlediğimde içimde bir şelalenin çağladığını hissediyorum. içimizde ne çok şey var. durgun göller, azgın dalgalar, beyaz bulutlar, gonca güller ve belki papatyalar. seninle uçsuz bucaksız bir başak tarlasında karşılaşmıştık ilk şahenk. sarı saçların başakların arasında kaybolup tekrar beliriyordu. o sarı rengin büyüsü van gogh'u delirtti. senle beni ise dost etti. o uçsuz sapsarı tarlada hayatımda ilk kez zamanın olmadığını anlamıştım. o tarlaya ikinci gidişimdeyse kendimin de varolmadığını anlamıştım. insanın varolmadığını anlaması da biraz saçma farkındayım. madem yoksun olmadığının farkına varan kim?... evet şahenk hem olmayıp hem de olmadığının farkına varabilirsin. çünkü aslında atomlar etrafımızı sarmaz, aslında atomlar aralıksız ve güzelce titreşir. susmayı öğrenenler için atomların titreşiminde güzel bir dil vardır. susmayı öğrenenler yalnızlıktan şikayet etmezler. bazı şeyler bu evrende olanaklı değildir şahenk. çünkü karbon bazlıdır bu evren. karbon da nasıl diyeyim sana biraz ucuzdur. yani biraz bayağıdır. siz etrafınızdaki evrene çok hayransınız biliyorum. ben de öyleyim. ama bu karbon biraz lümpendir yani.
tamam şaka bir yana ne kadar süredir bu evrendeyim çok merak ediyorum. sarı başaklar şahenk.
17 Ekim 2016
haikular, yalnızlık ve anlam
size hayat kısa dediler değil mi ey ahali? yanlış bildiğiniz şeyler var. daha doğrusu neredeyse tüm bildikleriniz yanlış. sizi bir önceki kuşak eğitti, onları da bir önceki kuşak. bu büyük bir cehaletin hepimizi ele geçirişinin hikayesi. biliyorum insan olmanın ilk şartı bütün bu hikayelere inanmak ve bu hikayeler gerçekmiş gibi delicesine bir azimle hikayeleri tekrar tekrar anlatmak. kulaktan kulağa oyunu gibi. biri yanlış anlar, biri eksik anlar, biri bambaşka bir şey anlar. hikaye sürer gider. ve böylelikle cehalet yakamızı bırakmaz. bizler bu yüzden yeteri kadar verimli bir şekilde ileri gidebilen canlılar değiliz. yepyeni bir dünya kurmaktan korkan rahatına düşkün bir sürüngen sürüsüyüz. şişmanlaşan ve ahmaklaşan bir sürüngen sürüsü. ama dahası şahenk... dahası şu ki, anlatılanlara inanmayı seviyoruz. o sıcak denizin tuzlu suyuna kendimi bırakışım misali, biz de kendimizi bu hikayelere bırakıyoruz. neden biliyor musun şahenk? bilmiyorsun. ben de bilmiyorum. hayat kısa değil şahenk, bizi de leylekler getirmedi. buna benzer milyonlarca yanlış bilginin içinde bize sadece haikular yol gösterebilir. anlamın olmadığı bir dünyada, anlama ne kadar muğlak bir yerinden yaklaşırsak ya da belki de uzaklaşırsak o kadar doğrudur. başo gibi doğruyu ve yanlışı günler ve geceler boyu düşünebileceğimiz bir yaşam dilerim hepimize. doğruyu ve yanlışı yapmaktan daha kıymetlidir bunları düşünmek. evrenin algılayabilern ve düşünebilen bir parçası olmanın keyfini sürelim çünkü geri kalan her şey yalnızca detay. etrafımdaki bütün canlılığı şükranla karşılıyorum ve hayatın yüceliğini seviyorum. hayat kısa değil ey ahali.
13 Ekim 2016
jade
evet sahenk. yillar yillar sonra seninle yine bir kose basindayiz. gunesli bir gun, icimde garip bir heyecan onu bekliyorum. acaba karsilasabilecek miyiz diye etrafa bakiniyorum. belki de coktan iceri girdi. o zaman cikmasini beklerim. ama cikacagi saat de belli degil. nasil yapsam? su kenarda oturup beklesem? kacta cikacak acaba? ciktiginda beni gorunce ne yapacak? hic gormemis gibi mi davranacak? ben ne yapacagim. bir ara soluklarim dengesizlesti. en son ne zaman boyle heyecanlandim. onu ilk gordugumde... yolun karsisinda durdum. derin bir nefes alip karsiya gectim. sari bir kedi geldi. once sirtimda gezindi biraz. hayvanlar nasil anliyor duygularimizi... sonra bacagima oturdu. bana garip bir acimayla bakip uzun uzun miyavladi. sanki destek olmaya calisir gibiydi. benim de destege gercekten ihtiyacim vardi. o arada kafami kaldirdim. uzaktan gelisini gordum. altin saclarina dusen gunes isigi, yuzunde guzel şen bir gulumseme... isiltisini gorunce kendimden bir daha utandim. soyle donup kendime baktim... sonra kediyi yere birakip yavasca kalktim, dogruldum. nefesimi tutup ona dogru yurudum. ikimizin de nefesi kesik kesikti. ben cok pismandim, o cok kirgin. ben cok yanlistim, o cok pariltili. evet sahenk yine bir kose basindayiz. seninle. bu kez ben cok pisman. sen durgun. o kirgin. yalnızlıgımızla cepecevreyiz. simdi ben yalnizca yesim gozlerimi geri istiyorum. yassiz. paril paril hallerini. seni seviyorum.
10 Ekim 2016
af
28 Ağustos 2016
yanmak
kamp atesi. citirdayarak yanan cam dallari. tam o esnada atesin icinden firlayan bir kivilcim. karanligin icinde kayan bir yildiz gibi, son hizla atesten ayrilip cok uzaklasamadan sonen. insan kendini bastan yazamiyor sevgili dinleyici. bastan yazamadigi icin de, her satirini daha ozenli yazmasi gerekiyor. yillar once yazmak ile yasamak arasindaki o uzun kopruyu anlatisim misali... yasadigimizi yazalim. ama once yasayalim. deli dumrul.
10 Mart 2016
zen
ölümün olduğu bir dünyada yalnızca siyah mürekkeple sade resimler yapılabilir gibi geliyor bana. bir de hiçbir şey çok ciddiye alınamaz. çok ciddiye almamak için bir kuşa baktığında o kuş olmalısın, bir kurbağaya baktığında bir kurbağa. ve buluta baktığında bulut. çünkü bu akşam tekrar anladığım üzere büyük patlamadan önce bütün bu etrafımızdaki atomlar sıkıca yapışmış bir şekilde bir arada varolmaktaydılar. ve ne olduğunu bilmediğimiz o ilk itki ile hepsi evreni varetmek üzere dört bir yana yayılmaya başladılar. tam da bu yüzden kulağıma ulaşan melodiler ile tepemdeki bulutu taa o ilk beraberliğimizden tanıyor olmalıyım. onlar da beni. bu da önceki yaşam deneyimi dediğimiz şeyi yeterince açıklıyor sanırım. sakin gecede göl kenarında öylece kıpırdamadan duran kurbağayı düşün. arada bir vırak sesi çıkarıp tekrar derin sessizliğe ve hareketsizliğe bürünüşü. sen en son ne zaman o kadar uzun süre sessiz ve hareketsiz kaldın? kurbağaya baktığında kurbağa olmak öyle çok kolay değil yani. ya da eline fırçayı aldığında daldaki kargayı siyah mürekkebe taşımak. bütün bunlar tıpkı budanın aydınlanışında yaşadığı o ruhlararası seyahate benzer bir deneyimi içeriyor. suyun atmosferdeki döngüsü gibi. bizler evrenin merkezinde yer almıyoruz. fakat halen bu fikre alışamamış olan çokcamız mevcut. insanın kutsallığı gidince eline sadece ölümlülüğü kalıyor. evet biraz ürkütücü, biraz zor, biraz kabullenmesi güç. ama kabullenebilirsek işte o zaman evren bize kapılarını aralayacak. binlerce yıl önce de varolan o kırmızı damgayı bu yazının da altına vurup buradan ayrılıyorum. sevgiyle kalın.
10 Ocak 2016
35
kiarostami yol ve şiir üzerine konuştu. tam bir doğu bilgesi olarak. sanki nirvanaya ermiş ve doğum-ölüm döngüsünden kurtulmuş gibiydi. kar, karga ve yollar üzerine kim uzun uzun düşünse buna yakın bir olgunluğa gelir sanırım.
yola dair düşünmeler sanırım yıllarımı aldı. yine her yola düştüğümde de etrafa olabildiğince dikkatle bakar, yolun bir metafordan çok, bir gerçek olarak nelerle kesiştiğini, nasıl ilerlediğini ve her daim nasıl kendini yenilediğini anlamaya çalışırım. tıpkı heraklet'in nehri gibi yol da, durmaksızın değişir. mevsimlerden tutun, yol çalışmalarına kadar binlerce etken yolu değiştirir. ona yeni bir hal katar. işte bu halden hale geçen yol ile benliğimiz arasındaki benzerlik artık metaforik olmanın çok ötesindedir. şimdi hayatın geride kalan ilk yarısına baktığım zaman, garip alaycı bir detayla karşılaşıyorum. ilk yarıda daha çok kelimelerin hoş sedası, minik oyunlar, metaforların anaforları ve gerçekliğin o dış çeperindeki alaycı mecaz beni meşgul etmişken, tam da bu ikinci yarıya giren dönemeçte, gözüm garip bir şekilde kaskatı gerçekliğe takılmaya başlıyor. ve dahası henüz ilk yarının şemasından çıkamamış olduğumdan bu yeni katı gerçeklik zaman zaman beni ürpertiyor. ağaca sarılan şairi hatırlıyor musunuz? bahsettiğim katı gerçeklik bu işte. dünyanın dışarıda bir yerde, bizim renkli kelimelerimiz dışındaki varoluşu. ağacın gövdesi, kuşun uçuşu, ebedi dostum güneşin, doğuşu...
fakat hala sabahları içimdeki ses beni "yalnızlık" diyerek uyandırmaya devam ediyor. "ne yazık ki" kimsenin dünyayı benim gözümden göremeyecek olması nasıl bir kendini beğenmişlikse, beni derinden üzüyor. o yüzden gördüklerimi, hissettiklerimi, anlamaya çalıştıklarımı büyük bir hınçla anlatmaya ve aktarmaya çalışırken buluyorum kendimi. kendini bu denli ciddiye alan her insan bu denli komiktir.
zaman geçiyor. etraftaki kayalara gece ve gündüz aralıksız baksanız zamanın geçtiğine dair en ufak bir delile ulaşamazsınız. kaskatı duruşları. varoluşları. fakat biz... şu kemanın sesindeki narin tını, işte o bizim içimizden çıktığı gibi, biz de onun içinden çıktık... anladığımı iddia edemem fakat resim berraklaşıyor demekle yetineyim. gezegen, okyanusları, kayaları, yanardağları, kayaçları ve ağaçlarıyla dev bir beyin olarak aralıksız düşleyip yaratırken, bizim beyinlerimiz de bundan nasibini aldı. şu karşıdaki devasa yapıya bak ve bir beyin hayal et... o yapının zemin katındaki ufak depoyu da, o koca sahneyi de, ışıkları da, kirişleri de, tavanları da o beyin düşledi. yavaş yavaş, tek tek, bütün ayrıntılarıyla düşledi. ve diğer insanlar bir araya gelip o düşü kaskatı bir gerçekliğe dönüştürdüler. gezegenin düş ustası kim bilmiyorum. kafamın üzerinden hızla geçen bulutlara baktığımda onlardan şüphelendiğim çok oluyor. ağaçların, kayaçların ve okyanusların becerikli işçiler olduğuna ise hiç kuşkum yok.
şimdi bu yolda, bu sapakta duruyorum. metaforlardan sıyrıldığımı sansam da, ikinci yarı metaforu nasıl da tatlılıkla kavrıyor zihnimi. elime bir midye kabuğu, bir deniz kestanesi bedeni ya da kaya alıp saatlerce ona dokunuyorum. ağaçlara sarılmak gibi. dünya sana sarılıyorum ve seni hayranlıkla izlemeye devam ediyorum.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)





