14 ağustos 1999 / Filistin
Kâbus görerek uyandım. Hep aynı kâbus. Hemen yanımda yürümekte olan annem bir ıslık sesinin ardından yere serildi. Ensesinin biraz altından bir İsrail keskin nişancısının iri kurşunuyla vurulmuştu. Kanlar içinde yerde yatıyordu. Çırpınıyordum, fakat elimden hiçbir şey gelmiyordu.
Ben ailenin en büyük erkek çocuğuydum. Benden küçük bir kız ve bir de erkek kardeşim vardı. Bir akşamüstü ben dışarıda arkadaşlarımla vatanımızı, Filistin'i, konuşurken mahallemiz bombalandı. Bombalamada iki küçük kardeşim evin önünde paramparça oldular. Koşarak eve döndüğümde kapının hemen önünde erkek kardeşimin dizinden aşağısını buluşum hep gözümün önünde. Babam ben altı yaşımdayken öldü. Bir gece evi basan İsrail askerleri onu 'terörist' olarak gözaltına almışlar. Onu çok da fazla hatırlamıyorum ama mülayim bir adamdı. Bizlere karşı sevgi doluydu. Gözaltına alındıktan bir hafta sonra ceza evine koyulduğu haberi ulaşmış. Altıncı yaşıma girdiğim gün babamın ölüm haberi ulaştı. O yüzden o kadar net ve o kadar eminim ki. Babam ben altı yaşımdayken öldü. Annem, ben ve iki kardeşime uzun süre, dayımın gönderdiği aylıkla baktı. Sonra ben büyüdüm ve elim ekmek tutacak yaşa geldim. Evi ben geçindirmeye başladım. İlk maaşımı elime aldığımda yaşım on dörttü. O yıl İsrail Gazze'ye çok büyük bir saldırıda bulundu, saldırıda ölenler arasında dayım da vardı. Dayım benim için ikinci babamdı. Bize baktı, sevgisini asla esirgemedi. Hep yanımızda oldu. Ailecek sık sık bize ziyarete gelir, evimize neşe katarlardı. Güler yüzlü, umut dolu bir adamdı. Kılıç kullanmayı babasından öğrenmişti. Kılıçtaki ustalığından ve adının Salahaddin olmasından dolayı arkadaşları ona Eyyübi derlerdi. Mert bir adamdı. Kılıcımla dövüşürken mertçe ölmek isterim derdi hep. Vücuduna saplanan şarapnellerden öldü, hastanede can çekişerek. Bu olaydan yaklaşık iki yıl sonra da iki kardeşim bombalamada parçalandılar. Annemle bir başımıza kalakaldık. Annem kırklı yaşlarında bir kadın olmasına rağmen en az altmış yaşında görünüyordu. Hayatı hep yoksulluk, sefalet ve ölümle geçti. Onu hep mutlu tutmaya çalıştım. Şakalarımla, güler yüzlülüğümle, hep bugünlerin geçeceğine günün birinde vatanımızda barış ve zenginlik içinde yaşayacağımıza dair hikâyeler anlattım ona. O da beni hep gülümseyen ve inanmaya çalışan bir ifadeyle dinledi. Geçen hafta haftalık Pazar alışverişimizi yapmış eve dönüyorduk. Dermansız bacakları yorulmasın diye bütün poşetleri ben almıştım. O da iki adım berimden eski bir Arap türküsü mırıldanarak geliyordu. Bana destek olmak istiyor gibiydi. Güzel sesiyle söylediği türkü yükümü hafifletiyor, havanın sıcaklığından beni bir derece olsun uzaklaştırıyordu. Sonra uğursuz ıslık sesini duydum. Annem yere yığılıverdi. Çırpınıyordum. Elimden hiçbir şey gelmiyordu. Kafamı kaldırıma vurarak parçalamak istiyordum. Etraftakiler toplandı, ilk geçen arabayla annemi hastaneye kaldırdık. Ense köküne giren mermi omurga başını ve soluk borusunu parçalamış. Hastaneye ulaştırdığımızda zaten hayata gözlerini yummuş.
Bir haftadır yaşayan bir ölü gibiyim. Bir anda hayat tepeme yıkılıverdi. Geceleri yatağa yattığımda orada hemen o anda kafamı kaldırıma vurup paramparça etmediğime pişman oluyorum. İki gün evvel Hizbullah'ta üst düzeylerde görev yapan bir arkadaşımla konuştum. "Sizinle çalışmak istiyorum" dedim. O da bana "Allah'ın izniyle güzel kardeşim" dedi. Dün yeni bir eylem için toplantı yapıldı. Toplantıda gönüllü olmak istediğimi dile getirdim. Arkadaşım bana baktı, gözlerinin içinde ışık vardı. Mutluydu, ben de mutluyum.
Şimdi belime bağladığım yüklü miktarda patlayıcıyla bir İsrail kontrol noktasına doğru ilerliyorum. Üzerimde simsiyah çarşaf var, kadın kılığına girdim. Ölüm komandolarıyla ilgili çok şey duydum. Onlara uyuşturucu verildiğine dair şeyler okudum. Şuan kendimi düşünüyorum. Ne uyuşturucu aldım, ne de en ufak menfaatime dokunacak bir şey. Zaten gerimde kalan kimse yok. O yüzden sonsuz bir mutluluk ile bu işe gönüllü oldum. Bunu yaparken amacım kesinlikle kin, nefret ya da öfkeyle açıklanamaz. Kimseye karşı bir rövanş da gütmüyorum. Kafamı o kaldırıma vurarak parçalamadığım için daha fazla hayıflanmamak adına yapıyorum bunu. İşte az ilerde kontrol noktası. Hayal meyal seçebiliyorum askerlerin yüzlerini aralarında şakalaşıyorlar, belki onların da aileleri var, belki çocukları. Anneleri babaları, dayıları... Dayıları... Bak dayı ben de mertçe ölemiyorum, bir kılıç darbesiyle. Ben de paramparça olacağım. Ve ardımdan mertçe ölemeyen birkaç insanı daha sürükleyeceğim. Hava öyle sıcak ve bu siyah çarşaf öyle dayanılmaz ki... Sanki bedenim asfalta eriyip kaynayacak. Şimdi askerlerin yüzleri daha net, belki bir on, on beş adım daha atacağım ve sağ elimin başparmağına sıkıca bağlanmış pimi çekeceğim. Askerlerden biri durmadan bana bakıyor, galiba şüphelendi. Ama neyse ki yalnızca beş adımım var, adımlarımı hızlandırıyorum, pim elimde geriliyor, terlediğimi daha çok hissediyorum, hava çok sıcak, asker hala bana bakıyor, dayım, dayımın kılıcı, bombanın pimi, belimdeki ağırlığı, siyah çarşaf, daha hızlı bir adım daha,
Eshedu enlaa ilahe illallah ve eshedu enne Muhammeden abduhu ve resuluhu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder