25 Nisan 2009

şükür

Yemekteki Şükür'e gelince; bu da kişinin ilmine, irfânına, aşk-u muhabbetine göre değişir. Kimisi bulup yediği için; Kimisi da aç kaldığı için şükreder.

Derler ki; Şakiki Belhi Hazretleri bir gün İbrahim Ethem Hazretlerine şükür hakkında ne dersiniz diye sorar ?

İbrahim Ethem Hazretleri de; Bulduğumuz zaman Allah'a şükrederiz. Bulamadığımız zamanda sabrederiz der.

Şakiki Belhi Hazretleri sizin bu yaptığınızı Horasanın köpekleri de yapıyor. Onlarda buldukları zaman yiyip, bulmadıkları zaman sabredip bekliyorlar der.

Bu cevaba şaşıran İbrahim Ethem Hazretleri peki siz ne yaparsınız ? diye sorunca, Hazret bulunca elde olanı dağıtırız, bulmayınca da şükrederiz der.

12 Nisan 2009

haiku

karanlık suda
ay parlak ve ağaç
düşünme sen de

ilk haiku denemesi


.

advice

Maybe god wants us to meet a few wrong people
before meeting the right one
so that when we finally meet the right person,
we will know how to be grateful for that gift.

When the door of happiness closes, another one opens
but often times we look so long at the closed door
that we don’t see the one that has been opened for us.

The best kind of friend is the kind you can sit on a porch
and swing with, never say a word and then walk away
feeling like it was the best conversation you’ve ever had.

It’s true that we don’t know what we’ve got until we lose it,
but it’s also true that we don’t know what we’ve been missing
until it arrives.

Giving someone all your love is never an assurance
that they will love you back!
Don’t expect love in return, just wait for it to grow in their heart.
But if it doesn’t , be content it grew in yours.

It takes only a minute to get a crush on someone,
an hour to like someone, and a day to love someone,
but it takes a lifetime to forget someone.

Don’t go for looks; they can decieve.
Don’t go for wealth; even that fades away.
Go for someone who makes you smile,
because it takes only a smile to make a dark day seem bright.
Find the one that makes your heart smile.

11 Nisan 2009

yasa

İki aşık doğaları gereği, insanların yasaları ve uzlaşmalarına karşın, bir tanrı yasasıyla birbirlerine aittirler. (Chamfort)

4 Nisan 2009

2004

27 nisan ’04 / ankara

güneş bir mezarlığın üstünden batıyor…

yeşil bir düzlük , hafif bir bahar esintisi, ışınları ılık güneş , yavaş yavaş yerini kızıla ve mora ve laciverte ve siyaha bırakıyor. kayısı ağaçlarının çiçekleri , beyaz birer taç gibi yeşilin üzerine saçılmış , ılık esinti çiçeklerin aromasını ölümden yaşama taşıyor , çürümüş bir beden böyle güzel kokar mı… toprakta gözyaşlarının nemi ve tuzu var , iki yüzyıl önce düşmüş bu gözyaşları toprağa ve sabah yağan yağmurla , uzun bir yolculuktan sonra , tekrar onları ağlayanların toprak olmuş bedenleri üzerine inivermiş , büyük bir titizlik ve özenle… her damla tam da sahibinin üzerine , büyük bir isabetle…kendinden kendine bir isabettir bu , uzaklaşamamanın , menzilin en uzak kalesinin kendinde oluşudur , kendi kendine yaşamak , kendi kendine ölmek , kendinle haz almak ve kendinle basamakları tırmanmak , düşünce de acıyı kendi kendine yaşamaktır. Yalnızlık değil , kendi kendinelik… yalnız değiliz , çiçekler , böcekler , çimenler , hayvanat ve bir evren etrafımızda hınçla yaşarken ve biz de o yaşama katılırken ya da o yaşamı paylaşırken yalnız olamayız , yalıtılmış olamayız , göz yaşlarımız elbet bir gün kurumuş kemiklerimizin üzerine iner de huzur neymiş tadarız bir kez daha… hatta iki sevgili oturur çimlenmiş mezarımızın toprağına , o sevgi sözleri ruhumuzu kutsayan dualara dönüşür ve o sevgilililer uzak uzak akrabalarımız çıkarlar , kanımızın devindiği yeni genç ve kıvrak bedenler ve tekrar kendinden kendine bir hikaye kendini yeniler ama yinelemez asla , yepyeni bir senden yepyeni bir sene doğru akan tek kişilik evren – tek kişilik hayat , TEK başına bir kendinden kendinelik - kayısının çiçekleri hala aromalarını bedelsiz paylaşıyorlar etrafla , güneş batıyor , rüzgarın ıslığı eski bir türküyü andırıyor , iki yüzyıllık bir türküyü , büyük bir çember tamamlanıyor… gerçekten büyük bir çember tamamlanıyor , seni hatırlıyorum unutur gibi…

yorum kısa

sevgili onur,
bloguna yazıların altına yorum linki eklememişsin, despot adam:)
şu son yazı hakkında bişeyler yazayım dedim. peki bunu bilmemiz biz de neye yol açıyor?
ironi süreklilik içinde anlamını buluyor galiba,kürenin çeperinden bakan adam diyorsun ya,bakmak meselesi yani, an be an değil, sürekli bakmak..
arkadaşlarımız,üstatlarımız ölmüşler. biz de kendimizden öyle bir sürpriz mi bekliyoruz?hayatın cilvesi,ne olur ne olmaz..
-vay be diyecez belki o zaman.
-bak bildin işte
-ben öyle olduğunu sanmıyorum. durduralım akıllarımızı.
-boşluğa atalım,cesur olalım biraz, ateş kutsaldır,yakalım kendimizi.
-ve hayat ünlü veya ünsüz, bir şekilde boy verecek yine.hayatımıza bakalım yani.
bence ironi kavramını anlamaya çalışarak bize dayatılan bir konseptten bakmaya çalışıyoruz, bizim amcamızı okurken ölümüne bile gülümsememiz neyin ifadesidir?saçma şeyler,ironi dediğimiz şey buna tekabül ediyor mu bilmiyorum, sikmişim ironiyi adam güzel,saçma, derin, komik işte, ne bileyim işte öyle bi şey anlatamadığım..
-bizim özer, ahmet inamın felsefe dersinde vermiş olduğu 'ironi' ödevinde Nasrettin Hoca'yı konuşturmuştu.ödevin ingilizce hazırlanması zorunlu ve dostumun ingilizcesi kötü olduğu için bir diyalog hazırlamıştı, kendisi nasrettin hocayla ingilizce, hoca da onunla türkçe konuşuyordu..konusu da ödevi felsefe hocasına niye hazırladığını anlatmak,ingilizce ve türkçe konuşmak üzerineydi.. baya komik ve hoş olmuştu, ironikti..kendisi gibi..dersi de geçti hem.
-yani bizim eylemlerimiz bunu belirleyen şey.o yazı ironik,dostum da öyle. ve ironi mi artık neyse o, sezgilerimiz de olabilir,bizi eyleme çağırıyor.ironisi ölümünde gizlidir yaşayanın diyelim senin dediğin gibi, bu bir eyleme ve hayata davet çağrısıdır!.