12 Eylül 2010

diren

ı.



Derin derin bir sessizlikti. . . derin derin geçiyordu zaman. . . derin derin bir okyanus kıyısıydı. . . derin derin sallanıyordu salıncaklı koltuğunda. . . nefes bile almadan müziği dinliyordu , nefes bile almadan yaşıyordu. . . derin yaşıyordu. . . yaşamla derinden bir bağı vardı , hem yaşamdan kopmuştu hem de soluksuz yaşıyordu. . . hem yaşıyordu hem ölüyordu (herkes gibi mi ? hayır değil o gerçekten yaşıyordu ve gerçekten ölüyordu)



ıı.



Çözünmüştü kişiliği. . . ve tüm bedeninde çökelmişti. . . tüm kişiliksizliklerden arınmıştı. . . arı bir çökeltiydi kişiliği. . .

yekpare bir yüzü vardı. Sanki suratı gözlerden , dudaklardan , kulaklardan oluşmuyor da sadece bir surattan oluşuyormuş gibi bir izlenim yaratıyordu. . . yüzünde gözler , dudaklar , kulaklar yerine yalnızca bir yüz görülüyordu. . . sadece yekpare , hiç bozunmayacak bir yüz. . . (yüzlerce yüz yaratabilecek bir yüz)



ııı.



Gençliğine dair hiçbir anısı yok. Gençliğinin her gününü , her dününü unutmuş. . . aslında her geçen günü de unutuyor , her sabah dünü olmayan bir ‘bugün’e uyanıyor.

(dünsüz. . .) dün yol gösterdiği gemilerin tümü bugün birer hayal oluvermiş bile. . .

iyi ki bellek gerektiren bir hayatı (hayali) yok. . . tek hatırlaması gereken, her gece yakılması şart olan koca deniz feneri. . . belki kendisini çoktan kaybetmiş bu uçsuz okyanusta ama her gece bir yığın gemiye kıyıyı işaret ediyor. . . kendi kayıplığından bu şekilde sığınıyor büyük bir ihtimalle. . . kendi kayıplığına koca deniz fenerleri bile nafile. . . (batık bir enkaz belki de , kimsenin tanımadığı yolcular taşıyan kimsesiz bir gemi. . . dünsüz ve günsüz. . . balıkların bile yuva edinmediği. . .)

tüm gece fenerin başında. . . hep o akordeonlu şarkıları dinliyor. . . öyle yaralayıcı ki sesi akordeonun , öyle kırıcı ki; tüm gece ayakta tutuyor insanı , kilolarca kafeine kilolarca ayıltıcıya bedel o akordeon şarkıları. . . sonra piyano , sonra keman. . . bu çalan plak unutkanlığı kadar eski. . . akordeon şarkıları birer unutkanlık. . .

zaten çoktan unuttuğu dününü her gece akordeonlar iyice kazıyor belleğinden. . .

bu fenere geldiğinden beri dünyanın yalnız gecesini biliyor. . . dünya hep karanlık.

(dünyası kararmış mı ? ne kadar da bayağı bir tabir ama ne yazık öyle. . . ne yazık ki öyle!)

hayatı. . . ne dünü var ne gündüzü. . . karanlığın içinde yalnız kızıl ucuyla kendi imalatı olan puroları ve sallanan sandalyesinin gıcırtısı. . . (ha , bir de akerdeon plakları , zaten onların hepsi aynı. . . hepsi uyku tuturmayacak kadar yaralayıcı. . .) bu dünyanın hiçbir hatıra edindiremediği nadir insanlardan o. . .



ıv.



Kızın(ın) adı Diren. . . tüm bunları puslu , hafif yağmurlu ve akerdeon fonlu bir Istanbul gecesinde dinlemek insanın beynindeki elektiriği görünür kılıyor. . . tüm bunları Diren anlatıyor. . . kendi kendime böyle babası olan bir kadınla niçin yattığımı soruyorum. . . Diren’le niçin yatıyorum. . . belki de sırf böyle bir babası var diye. . . annesi mi. . . hiç olmamış. . . Diren doğarken annesi ölüyormuş. . . (ikisine bir dünya dar gelmiş belki. . . biri yaşayacakmış , birinin daha çok diren’mesi gerekmiş , daha dirençli olan Diren olmuş. . . işte bu yüzden babası Diren koymuş ismini , annesini öldürecek kadar dirençli diye. . .)

Yüksek ve geniş omuzlarının üzerinde alışılmadık bir asaletle dikilen sinsi güzelliğinin ‘yekpare’ yüzündeki yansıması gerçekten haylaz bir sevişme kadar davetkar. . . dekoltede çıplak kalmış omuzlarını örten siyah saçları da masadaki mumun yansımasıyla parıl parıl. . . diren sanki babasının yüzünü tasvir ederken kendi yüzünü tasvir ediyor. . .

birşeyler anlatırken hep kitap diliyle anlatıyor. . . sanki birşeyler anlatmıyor da bir şeyler okuyor. . . beni kendine en çeken yönü de bu zaten. . . onunla konuşmak zahmetsizce kitap okumaya benziyor. . . onunla sevişmek mi ?. . sevişirken tüm duyguları rafa kalkıyor sanki. . . suratına beton gibi bir değişmezlik oturuyor. . . sevişmekten hiçbir zevk almıyor belki de. . .



v.



kaldığı yerden devam ediyor Diren. . . babası. . .



vı.



Tüm bu karartıya inat , ismi Gündüz. . .

Gündüzün lanetlediği , gecenin sahiplendiği ve zamanın dışına savrulmuş bir yaşlı adam o. . . yaşlarını da unutmuş zaten gözyaşlarını da unutmuş. . . yüzlerce grostonluk gemilere yol gösteren o fener ; o incecik , ağarmış saçlı , nefessiz yaşayan adamı nasıl olmuş da böylesine kayıplığa savurmuş. . . anlaşılır şey değil. . . yıllarca o fenerde yaşamış , fenerde yaşadığının tek şahidi ; ona erzak ve benzeri şeyler taşıyan postacı. . . ilk yıllarda fenere bir kadının mektuplarını taşıdığını anlatmıştı postacı, plaklar işte o mektuplarla gelirmiş. . . sonra ansızın kesilmiş mektuplar. . . kadının ölüm haberi gelmiş bir telgrafın sırtında. . . o zamanlarda sesini yitirmiş yaşlı fener bekçisi. . . belleği o esrarengiz kadınla silinmiş. . . belkide bütün o bellek o kadına aitmiş de o ölünce bellek de ölmüş. . .



vıı.



‘Baba’ demeye bir türlü dili varmıyor Diren’in. . . sanki inanmıyor babası olduğuna. Utanmasa leyleklerin koynunda geldiğini öne sürecek. . . halbuki babasının mirası o yekpare yüzünü birkez görse aynada , birkez tadsa babasıyla aynı yüzü paylaşmanın sadakatini , belki anlayacak o zaman tüm ayrıntıları ama bir türlü yapamıyor. . .

(bazı miraslar hep hazine sandığında kilitli kalıyor. . .)

sahipsiz ve yekpare bir yüz , yekpare bir sahipsizlik. . .



vııı.



Fondaki akordeon müziği ritmini arttırırken ; Diren , çıplak bir sesle başlıyor bu kez konuşmaya. Sesi sonsuz korunaksız , sesi sessiz. Duygu giydirilmemiş bir ses bu , sürekli yankıyan bir ses. . .

Bir sabah derin derin bir eksiltiyle uyandım diyor. . . çok uzak bir parçam ama belki de en ‘ben’ olan parçam yoktu yerinde. . . ‘fener bekçisi mi ?’ dedim kendi kendime. Sonra derin derin bir soluk çekip ‘yok canım o’na birşeycikler olmaz’ dedim. Tam o sırada telefon içli bir sesle yırttı sabahımı. . . (işte tam bu cümleyle o yekpare surat darmadağın oluyor , müzik hiç dinmeyecekmiş gibi artan bir ritimle coşuyor. . .)

Ayaklarına o eski pikabı ve plakları bağlayıp fenerin tepesinden kendini okyanusa atmış ve ölmüş diyor Diren. . . suratı tanınamayacak kadar dağınık şimdi. Müzikse bitti. (akerdeon saygısından sustu belki , bir parça akordeon da yaslı şimdi. . .)

bir fener bekçisi , hem de yaşlı bir fener bekçisi , hem de plaklar ve akordeonlar kadar yaslı bir fener bekçisi ; fenerinde ölmeli. . .

sonsuza dek ancak böyle ışıyabilir. . .



vıv.



Meğer saatlerdir sinsi ve kayıp bir intihar romanı okuyormuşum.

Oysa bu kitabın kapağı açılırken Diren’in dudakları arasında , ne de masum görünmüştü. . . demek şu son sayfalarında hançerler gizli olan romanlardanmış bu , demek intihar ölümden daha öldürücü olabiliyormuş. . .



ötenazi bir roman ?



demek yaşam bazen aşkla susup , intiharla bitiyormuş.





1-2-17 eylül ’99

ankara



çağdaş atuğ

Hiç yorum yok: