18 Mart 2013

dağılma

kelimelerin dünyası. sustuğum ve zihnimdeki o beyaz plakayı bütün o kelimelerden temizlemeye kalkıştığım zaman bile kelimeler zihnime üşüşmeye çabalıyorlar. kelimelerden kurtulduğum anlarda bir gülümseme, bir bakış gelip oturuyor bu kez. sonra yüreğimden bir ses duyuyorum. kelimelere pek sığacak gibi bir ses değil. ama kelimlerle ifade edilse sanırım "korkma" diyor olurdu. işte orada yapmam gereken şey koşulsuz şartsız bir teslimiyet. ölüm bizi bir araya getiren zerrelerin ilişkilerinin değişmesidir. bir araya gelmektense dağılmayı seçerler. ve bu seçimden de asla zerreleri sorumlu tutamayız. bu bizim evrenimizin tamamının yöneldiği yöndür. bütün bu soğumaya ve dağılmaya yönelmiş evrenimizin içinde dağılan kelimler, dağılan sessizlikler ve dağılan zerrelerimizle korkmamız gereken hiçbir şey yok. sadece dağılıyoruz. bu muhteşem şöleni keyfiyle izleyelim.

16 Mart 2013

var-ım



Bir akşam gözünde aşk tüterse
Geçmiş günler aklından geçerse
Kalbin bomboş ümitler biterse
Sen üzülme ben varım

Neler geçti kimbilir başından
Sevgi umdun hep başkalarından
Ağlama gidenlerin ardından
O giderse ben varım


Zaman durdu sanki
Beklerken seni
Ben bir tek sevgiye
Bağladım kalbimi

Ayrılmam istersen hiç yanından
Çağırsan gelirim çok uzaklardan
Eskiden korkardım yalnızlıktan
Korkmam artık sen varsın

11 Mart 2013

o genta da minha terra

kadın memleketinin insanlarına sesleniyor. yağmur yağıyor. ilk kez bu kadar uzun süre yağan yağmurun altında öylece dikilip duruyorum. soğuk hava ve yağmur kemiklerime kadar işliyor. yağmur ağaçlarla sevişirken ben kadının sesiyle sevişiyorum. öyle garip bir his bırakıyorki bu ses... göle bakıyorum. yağmur hızlanıyor. onun hızıyla içimdeki düşünceler yavaşlıyor. az sonra sırılsıklam olmuş bir bedenle düşüncelerimden arınmış olacağım. işte orada sadece şu an var. göle baktığım, ağzımdan çıkan su buharını izlediğim, üşüyen ellerimi hissettiğim şu an... yaşlı bir adam hala babasını resmediyor resimlerinde. gökyüzünü ve doğayı sevmiyor. doğaya bıraksalar ben kaybolurum orada diyor. babasının öldüğü günü çatı katını bir pencere gibi aralamış bir çocuk olarak resmetmiş. neden kurtaramadım babamı? bugün çok yol yaptık. göller gördük, kuğular, ağaçlar, yapraklar, kuş sesleri duyduk, güzel müzikler dinledik. uzun uzun sustuk. insan, kendisi gibi olabildiği insanlarla olmalı. bu kendisi dediğimiz şey de elbette her saniye değişen, dönüşen bir şeydir. tam da bu yüzden yargısız, koşulsuz, incelikli bir sevmeye gerek vardır. bu portekiz türküsünde bir aşkın izi her ne kadar yoksa da, bu titreşimlerde derinde bir yerde garip bir şekilde yine aşk vardır. geçtiğimiz köyler ve kuzu sürüleri. yağmurun yağışı. sessizlikler. uzun yürüyüşler. ve kendimize dönüşler. kendimize dönüşler.

10 Mart 2013

.

"sen, kendine yetmiyorsun, hiç kimse sana yetmiyor / birini bitirmeden aklın öteki yolculukta"
attila ilhan

6 Mart 2013

kırılgan

hayatın kırılgan bir şey olduğunun farkında olmayanlarla yolum kesişmesin.

mahrem

yazmanın mahremi bütün mahremlerden daha kutsal ve içten bir mahremlik. insan kendi kelimelerinde dünyayı anlamaya veya anlatmaya kalkışmıyor, insan kendi kelimelerinde tıpkı o çocukluktaki koltuk minderlerinden yuvalar yaparcasına kendine sığınaklar, yuvalar kuruyor. oralara sığınıyor. oralarda kendi başına o ana rahmindeki sessizliğe ve hareketsizliğe ve hatta düşüncesizliğe varmak istiyor. o yüzden yazan bir insanın yazılarını bilmeyen kişi onu tanıyamaz, onu anlayamaz. kelimelerimize özen gösterin lütfen. onlar bizim koltuk minderlerimiz.

bakmak bozar.

konuştuğumuz zamanlarda birbirimizi anlamayı çok denedik ama en çok sustuğumuz zamanlarda birbirimizi anladık.