sadakat üzerine düşünmeye devam ettim. çok az ahlak felsefesi okudum. kelimenin etimolojisini bulmak yol gösterici olabilir diye düşünüp kelimenin etimolojisine baktım. sadaka, sıtk, sadık ve tasdik aynı kökene bağlı sözcükler. doğru olma, doğruluk, iyi niyet gibi anlamlarla eşleşiyor. doğrunun ne kadar muğlak bir şey olduğunu düşünürsek, sadakatın de ne kadar rölatif bir kavram olduğunu tekrar görebiliriz. ama elbette rölatif kavramları tanımlamaktan ya da onları bir biçimde dile dökmekten kaçınmaya kalkarsak bu da dilin sanırım yüzde doksanı kadar bir bölümünü çöpe atmaya benzer. doğruyu hep matematikteki doğruyla eşleştiriyorum. bir noktadan çıkar ve sonsuza doğru uzanır. iki doğru eğer paralelse sonsuza dek kesişmez. doğru bizim içimizden çıkar ya da içimizden geçer ve sonsuza doğru gider diğer anlamda yolu boyunca karşısına çıkan her şeyin içinden geçer, içinden geçtiği şeyleri etkiler, ve onlardan etkilenir. yani doğrularımız yollarına her ne kadar dosdoğru devam etseler de değişirler. diğer yandan doğrularımız başka doğrulara paralelse asla kesişmez. biz karşıt fikirleri ya da karşıt doğruları hep kafa kafaya gelmiş şekilde düşleriz, halbuki asıl olan paralellikleridir. bu paralellikten dolayı asla kesişemezler. ben de yazdığım her yazıda ve düşündüğüm her düşüncede doğrularımı nasıl bir doğru üzerinde değil de bir kaç doğru üzerinde hareket ettirebilirim bunu düşünüyorum. çünkü ne kadar fazla doğrum diğer doğruları paralel geçerse o kadar eksilmiş ve o kadar az eklenmiş bir doğrular bütünüm olacak.
işte sadakat, buna benzer bir düzlemde düşlendiği zaman insanın doğrularını arttırabilmek için giriştiği çaba olarak tanımlanabilir. yani sadakat, doğruluğunuzu daha geniş bir alana yayarak kendinize ve insanlara daha yakın olmanızı ifade edebilir. böylelikle hem doğrularınız binlerce farklı yöne yayılıp binlerce farklı doğruyu keser hem de diğer doğrularla kesiştiği her noktada doğrunuzun kendisini ve kesiştiği doğruyu değişime zorladığını gözlemlersiniz. böylelikle sadık olabileceğimiz tek şeyin değişimin ta kendisi olduğunu da idrak etmiş oluruz.
öyleyse sadakat ilk bakışta bize düşündürdüğü durağan halinden çok farklı olarak sürekli değişmeyi ve yenilenmeyi gerektiren bir kavram olarak yeniden ele alınabilir. diğer taraftan, doğruluk bir değer olarak her daim değişkendir. elbette binlerce yıl içinde katılaşmış ve kesinleşmiş değerler ortaya çıkmıştır. mesela öldürmemek, çalmamak gibi değerler bir anlamda sabitlenmiş değerlerdir. doğam sevgiye katılmaktır, nefrete değil diyor antigone. bunun gibi bazı değerler insanlığımızın temeline çapa atmıştır. fakat sadakatin o durağan algılanışı bir süre sonra bu değerlerin isimlerini yani kavramları kirletmeye başlamıştır. tıpkı akan su ile durağan su gibidir buradaki ilişki. durağanlaştırılmış ve ezberlere sokulmuş kavramlar, zamanla özlerinden kopup birer imaj haline gelmeye başlamıştır. işte sanırım değerlerimizin kirlenmesi bu noktada başlar. çünkü değerlerin evrendeki başı boş salınımını kavramlarımız aracılığıyla boyunduruğa vurduğumuzda, kavramlar o değerlerin imajlarına ve durağan şekillerine dönüşürler. sonra da bozulmaya, kirlenmeye ve çürümeye başlarlar. tıpkı bedenimize, ruhumuza ve zihnimize yaptığımız gibi kavramlarımızı da sürekli değişime tabi tutmaktan sakınırız. oysa kavramlarımızın belli temel parametrelerinde uzlaştıktan sonra onları özgür kılmamız gerekmektedir. yani doğruluğu ararken elimizi ilk önce özgürlüğün yuvasına sokmalıyız. öyleyse bir tanım daha yaparsak sadakat aynı zamanda özgür olmak ve özgür bırakmaktır. diğer bir deyişle byunduruk altına alınmış bir değerler silsilesi her ne kadar sapasağlam ve dipdiri duruyorsa da o değerleri boyunduruğa almış olan güç boyunduruğunu o değerlerden çektiği anda o değerler içe bükülerek çökmeye başlayacaklardır. bundan dolayı doğruların kendilerini varedebilmesi için onların özgür bir şekilde iç enerjileriyle kendilerini kurmalarına yol vermeliyiz.
tekrar bir tanımlamaya girişirsek sadakat kişinin kendi iç gücüyle kendi kendisini hiç durmadan değiştirme iradesidir. bu iradeyle birlikte kişi doğrularını çoğaltıp çeşitlendirecek ve bu yolla kendim dediği şeyin muğlaklığını görüp, herhangi bir şeye yapışmaktan vazgeçecektir. beden, zihin ve ruh herhangi bir şeylere yapışmaktan vazgeçtiği anda, tıpkı gezegenin güneş etrafındaki dönüşü misali havada asılı kalmış bir şekilde hareket etmeye başlayacaktır. ve tıpkı gezegenin güneş etrafında dönüşü gibi bir merkez noktaya odaklanacaktır elbette. çünkü insan bir bedene sahip olması dolayısıyla belli başlı limitlere de tabi olmuştur. o yüzden insanın doğru algısı hep bedenin çekim kuvveti etrafında dönmeye devam edecektir diyebiliriz. öyleyse yeniden bir tanım yapmak gerekirse sadakat, bedenin, zihin ve ruh etrafındaki çekim alanından kurtulmasına engel olduğu yörüngedir diyebiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder