tıpkı lavinia gibi. gitme demiyor kadın. ama gidersen
olacaklar bunlar diyor. hatta gölgenin
gölgesine bile razıyım mealinde bir şeyler de söylüyor. dışardaki güneş odaya
ulaşamıyor. serin bir esinti ellerimin üzerinde geziniyor gibi hissediyorum.
hani şu çizgi filmlerde bir kişinin üzerine yağmur yağması gibi, benim de
yalnızca ellerimin üzerinde serin bir rüzgar esiyor. bir düş görür gibi hayatın içinde salınmaya
devam ediyorum. zen sözünü hatırlıyorum. hayat size karışık mı görünüyor,
kafanız karışmıştır. kafamın karışık olduğunu biliyorum. hayatınsa karışamayacak
kadar umarsız olduğunu. ve bütün bu hecelemeler, ifade etme gayretleri,
mırıldanışlar, melankolik sabahlar, sırt ağrıları ve melodiler devasa bir
çöplüğün ufak bir parçası. yüceltilmeye muhtaç benliklerimiz olduğu için bütün
bunlar bize üzerinde sihirli boyalar bulunan masal eşyaları gibi görünüyor.
halbuki şimdi hokus pokus desem tüm o sihir eşyanın üzerinden sıyrılıp yerlere
saçılır ve hayretimizle birlikte belki ağlamaya bile başlarız. ama
yalnızlığımız kesinlikle bunlardan ibaret değil. yüreklerimizin daha aydınlık
olduğu bir zamanlar vardı. şimdi karardılar demek istemiyorum. beni tanıyorsun
şahenk. öyle şeyler söylemekten özenle imtina ederim. ama gitme demiyor kadın.
zaten yüreklerimizin aydınlığında biz gitme diyorduk. gitme dediklerimiz de
hiçbir istisnaya yer bırakmadan kapıyı usulca kapatıp gidiyorlardı. gerilerinde
şu ellerimin üzerinde gezinen serin esintiye benzer şekilde kapının etrafında
serin serin tenleri kokuyordu. uzun süre kapıya yanaşasım gelmiyordu. eşyasız
koca bir odada oturup arkalarından bakıyordum. aylarca. sonra kapının
üzerindeki esinti bir şekilde dağılıveriyordu. yaz veya ilkbahar geliyordu. o
serin ten kokularının canına okuyordu. büklüm büklüm olmuş sırtımla eşyasız
odanın ortasında ayağa dikiliyordum. bir kedi gibi bir kaç kez geriniyordum.
elimdeki ponza taşıyla yüreğimin alt taraflarını parlatıyordum, azıcık
kanıyordu her seferinde. olsun yaz geliyordu ya da ilkbahar. bir ayin gibi
güzel bir belirlenmişlikle geliyordu. gitme demiyordu artık kadın. kadının
sesiyle kucaklaşıyordum. daha doğrusu o beni kucağına alıyordu. uzak bir
yerlere gidiyorduk. geri gelmemek üzere yani. kimse de bize gitmeyin demiyordu.
diyemiyordu. gölgemizin gölgesiyle yetineceklerdi.
1 yorum:
"sesimi duyan var mı?"
sesini duyan var, doğrudur. ama siteni takip etmek isteyenler için 'takip' ya da 'izleyici' gibi adı olan 'eklenti'yi bloğunuza eklerseniz daha iyi olur yedek subayım.
Yorum Gönder