27 Kasım 2007

loreena mckennitt-marco polo

odamın ortasında yarı çıplak bir hintli kız dansediyor
havada baharat kokuları
hava öyle sıcak ki üzerimdeki sarı keten eşarp tenimle bir olacak kadar yapışmış üstüme
taş duvarları olan odamın üst köşesindeki penceremsi yarıktan dışardaki yakıcı güneş ışığı sanki soğuyarak
evcilleşerek
dinginleşerek odama giriyor
taşın serinliğine rağmen öyle sıcak ki
danseden kızın göğüs aralarında boncuk boncuk terler birikiyor
aklımdan kalkıp orayı öpmek geçiyor
ama bir rüyadaymışçasına mayhoşum
arada bir dansöz kızın göz süzüşü bile içimi kıpırdatamıyor
öylece uzanıyorum
dışarıdaki çalgıcılar hala çalıyor
gözleri birer koca zümrüt gibi olan dansöz kız hala dansediyor
kafamı kaldırıp taş duvarımda asılı duran kök boyalardan yapılmış buddha resmine bakıyorum
özellikle uzun uzun gözlerine bakıyorum
arada bir dansöz kızın gözleriyle buddhaa nın gözleri birbirine giriyor
hangi göz kimin ayıramıyorum

tekrar buddha ya bakıyorum
o da en az benim kadar esrik
ikimiz de başka yerlerdeyiz
çıngıraklı müzik arada bir coşuyor
o coşunca kızın kalçasının hareketleri de aynı ritimle coşuyor
o anlarda içime bir kıvamlı mürekkep gibi şehvet akıyor
sonra tekrar uyuşuyorum
buddha ya bakıyorum
o beni anlıyor

27.11.07 04:07

24 Kasım 2007

ah kaptan ah

"Çok tuhaf bir şey söyleyeceğim ama gerçek: Doğu ölüm kavramını hâlletmiştir. Batı bunu hâlledememiştir.

Doğu, 3 bin yıldan beri dünyanın hakikatinin ölüm olduğunu bilir. Dünyada başka hakikat yoktur: ölürsün! Batı hâlen ölümden nasıl kurtulacağım diye uğraşıyor. Kurtulamaz! Bir Batılı ile konuşuyorduk, işte "Eninde sonunda çare bulacağız ve kimse ölmeyecek" dedi. "Peki nasıl besleyeceksin o kadar insanı?" dedim. "Onu hiç düşünmedik" dedi. "Canım işte uzaya gideriz" falan lafları etti, sonra durdu ve "Bazıları öldürülür!" dedi.

Hayâl kuruyorlar. Hâlbuki Doğu bunu binlerce yıl önce keşfetmiştir. Ahmet Gazalî bunu bizde söylemiştir. Biz buna inanırız. Onun için Doğulular Batı ile hır çıktığı zaman rahatlıkla ölürler. Onların ödü patlar, ölmezler ve o yüzden de iş Irak'takine döner. Her defasında böyle olmuştur. ABD'nin bütün işi, nasıl 500-600 metreden ve hiç görünmeden adam öldürürüz, bunu düşünüyorlar. Ölümden ödü patlıyor onların. Ben bunu şöyle kullanıyorum: Bizim ve bütün Avrasyalılar'ın ölebilme kâbiliyeti var, onların yok!"

2023 Dergisi 2005

attila ilhan

mucizeler-1

o evi hatırlıyorum
garip bir hüznü vardı
ışığın evin içine gelişindeki açısındandır belki şimdi şimdi düşünüyorum bunu

küçüktüm
okulda fen bilgisi dersinde duymuş olmalıyım
bir öğleden sonraydı
mavi bir tasımız vardı
banyoda başımıza su dökmek için kullandığımız
onu aldım
içine su koydum
tasın dibine de bir ayna koydum
tası odanın zeminine koydum akşam güneşi tasa düştü

ve evet
evimizin açık mavi duvarında hareketli bir gökkuşağı oluştu

şaşkınlıkla izliyordum
suya dokunup dalgalandırıyordum
gökkuşağı hareket ediyordu

mucizeler hayatıma böyle girdi diyebilirim.

two rocks and a cup of water - massive attack

14 Ocak 2007, Pazar
saat: 01:43


iki taş al önüne bir kap da su hepsi bu

kimyaya değil ama simyaya inan
iki taş ve biraz sudan ruha işleyecek melodiler çıkabilir eğer simya bilgisi yeterli insanlar tarafından işlenirlerse

ne diyor bu melodi
gerçekten anlama öyle br biçim giydirmiş ki
etinden süzülüp içine yapışıyor ve biliyorsun artık hayat eski hayat değil yeni bir anlamla tanıştın ışık prizmadan büküldü tarifsiz bir renk önünde uzanan beyaz boşluğa düştü fakat rengin ismi yok öyle şaşkın ve öyle üzgünsün ki öyle mutlu ve huzurlusun ki daha önce görülmemiş isimlendirilmemiş bir renkle 'birliktesin' fakat bu birliktelik anlamın yapıştırıcı kuşatıcı sahiplenici etkilerinden uzak varlığından haberdar olmadığın uzak bir yıldızın güngelip gezegeninin güneşi olması gibi ışığının isimsiz tasasız varoluşu gibi tanımadığın bir renk düşün bilmediğin bir yıldız ve o yıldızı güneşi bellemiş gezegen ışığın binlerce tayfı doppler etkisi yansıma ışığın geçiş ve kalışları ışığın melodisi ışığın ışıması ve sonsuzluk

sonra tekrar melodi
iki taş
bir kap su
taşları suya koy
ışık tasa düşsün ve uzayan beyaz boşlukta binlerce tayfla ayrışsın birleşsin tıngırdasın
tekrar hayatın anlamının aslında şeylerle ve kelimelerle uzaktan yakından ilişkisi olmadığını hisset ve anlamın aslında varoluşun birkaç boyutlu yapısının tüm boyutlarında bir uzam olarak uzandığını yani paralel ya da çakışan binlerce boyutla birlikte binlerce uzamda anlamların da akarcasına uzandığını bu yüzden anlamın asla şeylerle ve kelimelerle bitişemeyeceğini çünkü doğası gereği bütün bunlarla ve bunların dışında bağımlı ve bağımsız akan boyutlarda binlerce yeni anlamın canlandığını ve binlercesiinin de öldüğünü bu ölüm doğum çemberinde değişen ya da sabit bir anlamın bulunamayacağını hatta dahası değişen ve sabit bir oluşun dahi bulunamayacağını 'basitçe' kestirmiştir kişi ya da en azından kestirilmelidir.
puslu bir ormanda bir kış günü yürümüş ve yolunu yitirmekten endişe duymuş her insan için anlamın bu biçimi çok tanıdıktır. gözünü çevirdiği her yönde yine benzer biçimli ağaçlar gören ve yönünü saptayamayan kişi gibi hayatın bütün yönlerinde benzer boy ve biçimde 'ağaçlar' yolun kestirilmesine engel oluşturur bütün bu ağaç kümeleri üzerinden aynı anda ve sonsuz doğrultuda akan ışık tam 'anlamıyla' anlama denk düşen biçimleniştir.
anlam ışık kadar hızla evreni gezmektedir.

ali alkan inal

sana kendimi başkasına anlatır gibi anlatırsam, sen de başkası oldun demektir. başkasına git. sana kendimi kendime anlatır gibi anlatıyorum. bu benim sana ait oluşum. anlıyor musun?

ali alkan inal
beni ölüm gibi
sf 35
yapı kredi yayınları

sallanan koltuk 2

tekrar kekik kokusu
ve tekrarlayan gıcırtılar
üstüne üstlük
asma da deli rüzgara teslim
sallanıyor
ya kadın ?
yüzündeki hüzün
çoktan düşüp tutuşturmuş
eteklerini. . .

gül kurusunun pembesi
ve kadife
koltuğun yüzü
kolları ceviz
üzerinde gül oymaları

asırlardır
kaç hüzünle tutuşup
kaç can teslim oldu
gıcırtıların detone esaretine

gezgin bir prelüd
ve chopın'in valsleri
ya da für elise
sallanan koltuklarda yalnızlık melodileri
ahenksiz gıcırtılar
ölümün köşesinde
sonsuza dek bekleyişler
ne umarak ?

15-16 aralık '99
trabzon

Sallanan koltuk 1

bir yerlerime durmadan yağmur yağıyor
soğuktan donmuş hissetmediğim bir yerlerime
bir yerlerime güneş ışıyor
hep hüzün
hep kırılganlıklar
prizmalarda kırılan duygular
aşk prizmalarında kırılgan duygular
ve yalnızlığın vahşeti
yüreğinin derisini kaldıracak kadar
soğuk esen dağ rüzgarları

beklesek
gelir mi sevgili
sessizlik soğuk soğuk kaplar her yanı
ses yeterince sıcak mı niye

hüzün sıvı bir şeymiş gibi akıyor kadının yüzünden
yere damlasa etekleri tutuşturacak
koltuk sallanıyor
pencereden ılık kekik kokusu
ismin geliyor aklıma
ismin
yağmur yağıyor bir yerlerime
bir yerlerim donuyor
bir yerlerim ışıyor
hep hüzün

16 kasım '99
trabzon

sexual personae

in the begining was nature.the background from which and against which our ideas of God were formed,nature remains the supreme moral problem. we can not hope to understand sex and gender until we clarify our attitude toward nture. sex is a subset to nature. sex is the natural in man.
society is an artificial construction,a defense against nature's power.without society ,would be storm-tossed on the barbarous sea that is nature.society is a system inherited forms reducing our humiliating passivity to nature. we may alter these forms,slowly or suddenly, but no change in society will change nature. human beings are not nture's favorites. we are merely one of a multitude of species upon which nature indiscriminately exerts its force. nature has a master agenda we can only dimly know.

sexual personae
camille paglia pg 1
vintage books 1991 usa

giriş

04 Nisan 2007, Çarşamba
saat: 02:36


Oturduğu bankta üzerine düşen baharın ılık güneş ışınlarının daha sekiz dakika önce güneşin göbeğinden yola çıkmış olmalarını düşünüyor. Bir yandan camiden çıkan cemaati izliyor. Yaşlı sakallı adamlar genç sakalsız adamlar küçük çocuklar. Yüzlerdeki garip aymazlık gözüne batıyor. Sanki içeride yüzlere aymazlık dağıtmışlar gibi. Her çıkanın yüzünde bu acayip ifadeyi okuyor. Ya da saçmalıyor kendi yakıştırması bu , şu berideki orta yaşlı adam, yüzünde tam anlamıyla görevini yerine getirmiş kul ifadesi var , rahat ,kendinden emin, şu an dünyanın tüm sorunları vız gelir ona ,acılar ,ölümler, işkenceler ,hepsi yalan ,o huzurlu şimdi, yapması gereken bir edimi daha yerine getirdi ,yakınlaşması gereken hedefe doğru bir adım daha attı ,çok düşüneceği bir şey yok zaten düşünmeye gerek de yok yapılması gerekeni yaptı öbür alemde alacak karşılığını yaptığının , karşılığını alacağını bilmenin verdiği o garip naiflik çok hınzır çok çocukça. Camiden çıkan cemaatin kalabalığına karışmak için çevik bir hareketle banktan kalkıyor , sırtında hissetiği güneşin ılıklığını sanki bir itici güç gibi kullanarak hızla kalabalığa yanaşıyor sonra da bir hamlede karışıyor. Cami çıkışından meydana uzanan yol boyunca kalabalık parça parça ara sokaklara sapıp kayboluyor seyrelen insan kalabalığı meydanda yerini coşkulu bir başka kalabalığa bırakıyor. O da kendini kalabalığa bırakıyor. Kalabalıklara bayılıyor , çocukluğunun küçük bir köyde sürekli aynı insan yüzleri etrafında döndüğünü düşünürsek çok anlamlı bu kalabalık sevdası. Yeni yüzler ifadeler yaşamlar hikayeler hikayeler. Kalabalığın içine kendini adeta teslim ediyor. Küçük sürü halinde yaşayan balıklar gibi bir anda hepsi bir o yöne bir bu yöne dönüyor o da bırakıyor kendini kalabalık hangi yöne gidiyorsa o da o yönü seçiyor seçimi kendi yapmışçasına kararlılıkla uyguluyor ve hatta segiyle benimsiyor. Bu ılık bahar gününde içinde eridiği bu sıcak kalabalığa teslim oluyor şehre teslim oluyor kendi deyimiyle ortalama insan zekasına teslim oluyor ortalamadan biri gibi davranıyor. Bütün bunlar ona ummatan vasatan (vasat ümmet) ı hatırlatıyor. Kutsal kitap okumaları neredeyse tüm gençliğine yayıldı. İlk hangisiyle başladı hatırlamıyor neden başladı onu da hatırlamıyor ama bildiği şu ki bilinen tüm kutsal kitapları okudu hatta kutsal kitap kavramına yeni bir açıklama getirdi kendi kafasında o mitolojileri ve birçok arkeolojik yazılı eseri de kutsal kitap olarak görüyor.yunan maya hint ortadoğu kızılderili mitoslarından kur'an incil tevrat oradan dhammapada tripitaka her neyse işte şinto maniheizm zerdüşt... yazının iziyle tarihe sabitlenmiş kutsal adına ne varsa okudu. Kutsal çekti onu diyebiliriz. Şu ünlü buğulu bulutların üstündeki dünya imgesi cezbetti yüreğini ve yüreği beynine hükmetti hep , ah tersi olsaydı keşke bazen pişman da oluyor bu haline yaşıtlarına bakıyor ev kuranlar aile kuranlar bir mesaisi olup çalışanlar eli para tutanlar bütün bu kalabalığın bu kadar dışına atılmışlığının kabahatini yüreğine yüklüyor bir çırpıda kefilsiz koşulsuz vicdanına yüklüyor "değerleri olmayanın pişmanlıkları da olmaz" diye düşünüp not düşmüştü yeni yetmelik zamanlarında şimdi o söze lanet ediyor o sözü not düşüşüne o sözü o kelimelerle ifade edişine ve daha da beteri o düşünce sistemini inşa eden beynine lanet ediyor yüreğinin egemenliğindeki beynine lanet ediyor. Keşke diyor pişmanlıklarım da olmasaydı değerlerim de bütün bu hamur kıvamındaki kalabalıkla bir olsaydım , keşke düşündüklerimi düşünmemiş okuduklarımı okumamış olsaydım.

tabutta rövaşata

28 Mart 2007, Çarşamba
saat: 16:14

evet günce bak ben de seni seviyorum
anlıyorum bu kıskançlık triplerini
fakat benim de kendi hayatım var
kimle neyi paylaşıp neyi paylaşmayacağımın kararını kendim verebilirim değil mi
hem böyle kıskanç triplerde takılırsan ilişkimiz monotonlaşmaz mı sence de?
yapma böyle güzel günce
bırak herkesler okusun yazdıklarımı
umuma açık bir yanlarımız olsun
denize akan bir yanlarımız
her yanımızı örtüp saklayamayız ki
hep ölçüp biçip tartamayız ki
kanatlarımızı açıp uçmak da ister gönül

hani tabutta rövaşata izleyip
içinde kalan o garip tortuyu
blonde redhead koyup son ses
mutfak penceresinden
okul bahçesinde birbirini kovalayan çocukları izleyerek atmak istersin belki
belki de atamazsın
blonde redhead iyice çıldırıp bağırır

bırak bizi günce
bırak bizi herkes görsün
bırak kanatlarımızı açıp
bir tavuşkuşu gibi naif
ve bir o kadar kendini beğenmiş
göklere gülümseyelim
sus artık günce katlanamıyorum sana
ben buralardayım günce
tuvalete bakıyorum bundan sonra
kolonya tutup peçete veriyorum
koltuklarında semirtip göt büyüten dünyanın tüm sömürgenleri de hiç umrumda değil günce
açlık öyle zor ki
bir de beyz tenli bir kadın ve yanakları
yalnızlığım beni delirtmedi günce
yanlış anlama sakın
deli olduğumu belki biraz da olsa kabullenebilirim,
yılgın gülümşeyişlerim de açığa vuruyor zaten zihnimin karmaşık sokaklarını
seni seviyorum demek istiyorum
bir şeyleri kucaklayıp sıcaklık hissetmek istiyorum
yok yok yok günce
soğukta uyumak zor
sürekli dayak yemek de bir o kadar
ne devrimlerle ne tarihle ne insanlarla ilgileniyorum
sikmişim hepsini
içimdeki ansızın canlanan hiddet çok kişisel
çok saçmasapan
ben saçmayım zaten
deli bile değilim
arabaları seviyorum günce
sıcaklar
hepsi benimler

tekrar kadınlar

27 Mart 2007, Salı
saat: 15:15


güzel kadınları seviyorum günce
onları izlemeği onlarla sohbet etmeği
yüzlerinden bir karartı gibi geçen çapkın ifadeleri seviyorum
karşılarına oturup saatlerce sohbet etmeği
gülümsemelerini
gözyaşlarını
uzattıkları ellerine dokunmayı
dansetmeyi
onlar büyük bir şehvetle kendilerini anlatmaya
kendilerini kanıtlamaya çalışırken
durmadan konuşurken
dudaklarını izlemeyi seviyorum
güzel kadınlar bana yaşam hakkında garip bir itici güç veriyor günce
bana bir tür esin variyor güzel kadınlar
onları uzaktan izlemeği seviyorum günce
kendileri gibi olduklarında daha çekiciler günce
yapmacık olmayan güzel kadınlar daha bir güzeller
güzellik bakan gözdedir diyorlar günce
inanırım
güzel kadın kim midir öyleyse günce
benim bakıp bu güzel kadındır dediğim kadın güzel kadındır işte günce
gerisi yalandır
dolandır
hikayedir
benim olmayan güzele güzel der miyim peki ben günce
elbette derim
korkakça yaklaşmam güzele
nefsimin pençeleriyle yaklaşmam
tersine teslim olmuş bir naiflikle yaklaşırım
güzel kadınla güç ilişkisine girmem
fethedeyim diye erkeksi tavır takınmam
uzaktan izlemek de büyük bir keyiftir onu
siyah saten gömleğinin düğmelerini çözüşünü
sonra beyaz jartiyerini
dantelli diz üstü çoraplarını
aynada kendi güzelliğini izleyişi
kendine çapkın çapkın bakışları
bütün bunlar esin yüklüdür günce
severim güzel kadınlar günce
çok severim

kadınlar....

30 Mayıs 2007, Çarşamba
saat: 01:14


kadınlarla başlayalım söze

dünyanın en mucizevi varlıklarıyla
insan denen bu garip hikayenin çıkış noktası olan kadınlarla...

bir kadın güzelliğinin yanında ve en az güzelliği kadar akıllı olmalıdır
kadın gelişmemiş toplumlarda hep ahlaki bir metadır bunu hep eleştiririz değil mi
namus iki bacağın arasında mı deriz

halbuki konu o kadar basit değildir
kadın ahlakın kalesi olmak zorundadır
bu onun doğal ve toplumsal rolüdür
doğurgan varlığı , yuvayı kuran ve kollayan yapısı , yavruları yetiştirme konusundaki birincil nitelikleri , soyut kavramları kavramadaki üstünlüğü vs vs. bütün bu saydıklarımız kadını toplumsal ahlakın kurucusu konumuna getirir , kurucu koruyucudur her zaman.

bütün bunlardan dolayı kadın kesinlikle ahlaklı olmalıdır
gelişmiş vicdani konumunu hep öne çıkarmalı ve toplumu bu vicdani konuma göre konumlandırmaya çabalamalıdır
kadın toplumun yön vereni olmak konusundaki hassas rolünü olabildiğince özenle üzerine almalı ve gerçekleştirmelidir.

kadınlar toplumun en iyi eğitim almış kesimini oluşturmalıdırlar
sanayi toplumu içindeki erkekleşme sürecinden geri çekilmeli ve kadınlıklarının tekrar sırrına ermelidirler

şimdi tekrar LAO-TSU ya dönelim ve uzun bir alıntı yapalım

eskiden insanlar bütünlük içinde bir yaşam sürerlerdi

aklı fazla önemsemezler

ama herşeyde akıl, ruh ve bedeni bütünleştirirlerdi

bu onları kavramların kurbanı kılmadı

bilginin babası olmalarını sağladı

yeni bir buluş ortaya çıktığında

onun sağlayacağı kolaylıkları olduğu kadar

sebep olcağı sorunları da göz önüne aldılar

etkili olduğu ispatlanmış eski bilgilere ve

etkili olduğu ispatlanabilecek yeni bilgilere rağbet ettiler

eğer daha fazla şaşkınlığa düşmek
mahcup olmak istemiyorsan atalarının yaptığını yap

aklını bedenini ve ruhunu yaptığın her işte bir arada tut

doğayla uyumlu olan yiyecek , giyecek ve barınakları seç

taşıma için kendi bedenine güven

bırak işin ve teneffüsün bir ve aynı olsun

yalnızca bedenini değil , tüm varlığını geliştirici çalışmalar yap

varlığının üç küresini birbirine bağlayan müziği dinle

yöneticileri servetleri ya da güçleri olduğu için değil
erdemleri olduğu için seç

başkalarına hizmet et ve aynı zamanda kendini geliştir

gerçek gelişimin
kendine ve diğerlerine uyum sağlayacak bir yolla
karşılaşılan sorunların üstesinden gelmekle olacağını anla

bu basit eski yöntemleri uygulayacak olursan

devamlı surette yenilenmiş olacaksın

23.11.2007

sabah uyandım

23.11.2007
tam 10 yıl geçmiş üzerinden
durdum odamda
sakince durdum
sonra radyoyu açtım
ilk şarkıdan sonra
"yalnızlık ömür boyu" çaldığında
tekrar rastlantıların olmadığı evrene inancım kuvvetlendi
sonra bu evrende olmaya şükrettim
evet tam 10 yıl geçti
bugün hava güneşliydi
o zaman da garip bir güneş vardı hatırlıyorum
bugünü günceme not etmeliydim
not ettim

yalnızlık ömür boyu çalıyordu
evde ve evrende yalnız başımaydım
bir 23 kasım dahaydı
hayat bir mucizeydi
kesinlikle öyleydi

radikal gazetesi...

© Radikal internet baskısında yer alan tüm metin, resim ve benzeri içeriğin hakları Doğan Gazetecilik A.Ş.'ye aittir. Hiçbir şekilde basılı ya da elektronik bir ortamda (CD, Internet vs.) kaynak gösterilse bile izin alınmadan kullanılamaz.

blogumda yayımlamayı çok arzu edeceğim bir yazıyı tam kopyala/yapıştır yapacakken yukarıdaki uyarıyla karşılaştım. bu konuda diğer gazeteler ve özellikle batılı gazeteler ve ajanslar nasıl davranıyor bilemiyorum ama internet gibi "özgürlüğün yeni yansıma biçimine" bile bu tür bir kısıtlamayı benim beynim pek yadırgadı. yani elbette kaynak göstermeden alıntı yapılmaması konusunda bir uyarı çok gerekli ama kaynak gösterilse bile alıntı yapılamaz ifadesi aslında bir anlayışı yansıtıyor. yazı ve düşünce etki içindir ve bu etkinin olabilmesi için "yayılma" hayati önem taşır. düşünce hele de özgünse, elbette düşünenin elması kadar kıymetlidir ve korunmaya muhtaçtır. fakat bu koruma onu kapatmak hapsetmek etkinliğini yoketmek anlamına gelirse orada sakatlık başlar. dediğim gibi konunun teknik yönünü bilmediğimden tamamen öznel bakış açımla bir yorumda bulunuyorum. ama ben böyle inanmıyorum. zira altıkırkbeş yayınlarının ilk sayfa yazısına bir gözatmanızı tavsiye ederim. her türlü yayına açık izin vardır. zaten bu yüzden vendetta "fikirler kurşun geçirmez" der. çünkü onlar "mülkiyetin" ötesine geçerler. mülkiyetin ötesinde özgür bir dünya vardır. neyse sonuç olarak bari linki vereyim :)

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=239666

günün birinde bir yerlerde kendimizle karşılaşma cefasına katlanırsak
geleceğe katlanma ve onu yaratma şansına da sahip olacağız
ve ancak böyle olacak eğer olacaksa önce kendimizle yüzleşeceğiz önce kendimizle...

23 Kasım 2007

Geçer -- Neyzen Tevfik

Izdırabın sonu yok sanma , bu alemde geçer ,
Ömr-i fani gibidir , gün de geçer , dem de geçer ,
Gam karar eyliyemez hande-i hurrem de geçer ,
Devr-i şadi de geçer , gussa-i matem de geçer ,
Gece gündüz yok olur , an-ı dem adem de geçer ,

Bu tecelli-i hayat aşk ile büktü belimi ,
Çağlıyan göz yaşı mı , yoksa ki hicran seli mi ?
İnleyen saz-ı kazanın acaba bam teli mi ?
Çevrilir dest-i kaderle bu şu'unun filimi ,
Ney susar , mey dökülür , gulgule-i Cem de geçer ,

İbret aldın , okudunsa şu yaman dünyadan ,
Nefsini kurtara gör masyad-ı mafihadan .
Niyyet-i hilkatı bul aşk-ı cihan aradan ,
Önü yokdan , sonu boktan , bu kuru da'vadan
Utanır gayret-i gufranla cehennem de geçer .

Ne şeriat , ne tariykat , ne hakiykat , ne türe ,
Süremez hükmünü bunlar yaşadıkça bu küre
Cahilin korku kokan defterini Tanrı düre !
Ma'rifet mahkemesinde verilen hükme göre ,
Cennet iflas eder , efsane-i Adem de geçer .

Serseri Neyzen'in aşkınla kulak ver sözüne ,
Girmemiştir bu avalim , bu bedyi' gözüne.
Cehlinin kudreti baktırmadı kendi özüne.
Pir olur sakiy-i gül çehre bakılmaz yüzüne ,
Hak olur pir-i mugan , sohbet-i hemdem de geçer.


öğüt


Oğul bilesin ki hayat yaşamak için vardır

Üzerinde çok konuştuğun herşey anlamını yitirir

Değerinden fazla değer verdiğin her insan ya tepene biner

Ya da değerini sana bırakıp , senden uzaklara gider

Zaman bir derin nehirdir , yüzündeki çizgileri daha derine deler

Oğul bilesin ki hayat deli dumrul bir vahşi attır

Üzerine binip kırbacı şaklatırsan , dört nala şahlanır

Yok üzerinden düşer altına girersen , nallarını sende yıpratır

Ve gündüzler , atınla ovaları keşfe yaraşır

Ve karanlık geceler ata kaşağı sürüp , yatıştırmak için vardır

Oğul bilesin ki hayat sana yalnızlığını öğretir

Tanrının ruhundan üflediği yalnızlık tek gerçeğimizdir

Kendimiz için iyi dostsak , bil ki gerisi hikayedir

Yalnızlığımız ; ruhumuz gibi , tanrı gibi , ilahidir

Ve bil ki kişinin en iyisi ; yolunu kendine doğru çizendir

Oğul bilesin ki atalar deneyimlidir , hayatı iyi bilir

Kim ki ananın , atanın sözünü gerçek bilir

İşte ona tanrı en muvaffak geleceği gönderir

Dünyada bildiğin , dinlediğin her kul sana tecrübedir

Yeter ki kulağını yüreğine , ağzını beynine yerleştir

Oğul bilesin ki hayat bir büyük hikayedir

Yüzyıllardır dillerde gezen bir bilinmez efsanedir

Bil ki hayat bizim konuk olduğumuz hayalhanemizdir

Dünya kısa hayatlarımız kadar dar , hayallerimiz kadar geniştir

Ve bil ki bu dünyadaki her anı , sonsuza yiten bir hayaldir

Ama buna rağmen hayat , hayallerimizle genişleyen hazinemizdir

Oğul bilesin ki okyanusların ötesinde kıtalar vardır

Kıtalar üzerinde milyonlarca başka insan vardır

Onların üzerinde de bir mavi gökyüzü vardır

Bulutlar bazen sakin , bazen şimşekli , bazen sağanaktır

Ve oğul asla unutma ki ölüm ; yaşamın yığınağıdır !

Öğütleri yüreğinde öğütüp , hayata serpiştirmelisin !

8 mayıs ’99

ankara

22 Kasım 2007

gracias

Ruhunun en can alıcı parçası yaralanmıştı belki de. . .
Sızım sızım sızlıyordu maneviyatı. . .
dilinden bir mısra , dağ yamacından yuvarlanır gibi yankıyarak yuvarlanıyordu havaya ; 'gracias a la vida'. . . Herşeye bir mısrayla teşekkür edebilmenin , içinden yankıyan bir ezikliği ve dahası yorgunluğu vardı. . . gözlerinden , yaralanmış ruhunun irini sızıyordu. Sonra tekrar o mısrayı mırıldanıyordu , melodisiyle birlikte ; gracias a la vida. . .
sonra rüzgar usulca odanın aralık kapısını örtüverdi. Kapı usulca çerçevesine otururken , ruhunun yaralı parçası da iyiden iyiye ruhundan kopup uzaklaşıyordu. . .
masanın üzerindeki kırmızı renkli , eski saate baktı sonra. . . 'geç olmuş' dedi kendi kendine. Ne için geçti , kim için geç olmuştu , neydi bu devasa geçkalmışlık. . . 'tam zamanı' ne zamandı. . . yaşıyorsak , henüz soluk alıyorsak ve hatta veriyorsak da nasıl geç olabilirdi ki , ne için geç olabilirdi ki. . .
usunda canlanmış bunlarca soruyu 'neyse' diyerek geçiştiriverdi , 'neyse'. . .
elini ceketinin cebine attı sonra. Şarap kırmızısı , eskimiş yani 'geç kalmış' ceketinin cebine attı elini. Revolverini çıkarıverdi , şarap kırmızısı ceketinden , siyah ve parlak demiri çıkarıverdi. . . çenesinin altına dayadı revolveri , titreyen dudaklarıyla tekrar etti ; gracias a la vida. . . sonra indirdi revolveri aşağı ve titreyerek tekrar etti ; neyse , neyse. . . .

17 temmuz 99
ankara

BENİ SEVEN UZAKLARDAKİ KADINLAR 2

Yaşlı kadınların ve küçük çocukların ten kokuları karışmış birbirine bu tende. . . bu tende aşk günaha karışmış ve karanlık aydınlığa. . . beyaz cibinlik saflığında kadın ve azrail pelerini karalığında aşkı. . .

"örtük hisler alemi yüzün
sürtük aşklar alemi yüreğin"

aşkın tanım aralığına sığmıyor bu kadın. (aşka sığmıyor)
tam da bu derin sığışmazlıktan dolayı dolaylanmış bir aşkla aşık kadın bana. . . yani aşkı aşka sığdıramadığı için aşık bana. . .

ne renk gözleri. . . seçilmiyor. . . bir renk oyunu sanki , yandan bak , yeşil , önden bak , ela. . . tıpkı rengi gibi anlamı da göreceli gözlerinin. . . (sanki varlığı göreceli kadının , sanki görünüşü göreceli. . .)

pembenin karası dudakları. . . çingeneliğinin açık verdiği tek yer dudakları. . . yalnız başına dudaklarını görse insan , öperek parçalamak isteği doğar içinde. . . bir çingene. . . cani bir ifadesi var dudaklarının (dudaklarıyla cinayet işlemiş sanki)

kaç yaşında olabilir. . . ya da yaşında olmayabilir. . . (yüzünde hiç çizgi yok , hiç yaşamamış mı ki. . .) aşağı yukarı yirmi beş , yirmi sekiz. . . göz torbaları bir onsekizlik gibi gergin , alnı kimseye kızmamış bugüne kadar ve hiçbirşeye yoğunlaşmamış ; hiç kırışıksız. . .

neyle birlikte çalan tef gibi sesi. . . bir yandan bir beton gibi sağlam ve oturaklı , bir yandan çıngıraklar esiyor dilinde. . . öyle bir sesle fısıldıyor kulağıma 'aşk' diye. . .
öyle derinliksiz bir sesten öyle bir derinliği duymak ürpertiyor insanı ister istemez (akşam rüzgarı ürpermesi bu) akşam da oluvermiş zaman zaman içinde. . . .

devamı var söylevinin. . . aşk diye cümle olur mu ki. . . (olur elbet , olur da bir çingene o kadar kısa konuşmaz , bir çingene tüm duygularını anlatmadan terketmez meydanı. . . zaten tam da bu yüzden sığdıramıyor aşkı hiçbir yere)
ama ben dinliyorum seni çingene kızı , kulak zarlarıma sığdırabilecek kadar tanıyorum aşkı. . . akşam yavaş yavaş çökerken , sen bana sabahı vaadederek anlatsan da duyusuz duygularını , dinliycem seni. . . aşka hasretliği bilen yürekler gibi dinle. . .

haydi çingene kadını(m) anlat yıllar boyunca bana olan aşkını. . . söz olsun dinliyorum sıcak teninle içiçe. . . çıngıraklı nefesinle içiçe. . .


24 haziran - 21 ağustos '99
ankara

BENİ SEVEN UZAKLARDAKİ KADINLAR 1

Bir kadın var , biliyorum. . . şarabı seviyor ; eski şarabı , antikaları seviyor , kısa ve derin yazılmış öyküleri seviyor. Biliyorum , bir kadın var , gözleri duygusuz bakıyor , gözleri yüzyıllar önce ölmüş , gözleri yaşamıyor. Bir kadın var ; teninde sıcak mum ve tütsü kokuyor , dudaklarında aşkın mülteci derinliği var. . . Bir kadın var ; ılık soluklarında , solmuş sonbahar yaprakları uçuşuyor , petrole çalan parlak siyah saçlarında gecenin uğultusuz bulutları akıyor. Bir kadın var , beyaz teninde bir kara dövmeyle , dövmede flüt çalan bir Hintli kız ile , dövmesi göğüs ucunun hafif üzerinde, göğüs uçları açık pembe. . . Biliyorum bir kadın var , bu şehirde , bu ülkede , bu alemde. Ya da bir başka şehirde , başka ülkede , başka alemde. . . Ve biliyorum kadın beni seviyor , ben kadını seviyorum. . . Şarabı seviyor kadın , şarabı seviyorum , göğsündeki Hintli kızla sevişiyorum ; ölü bir çift gözün , diri bir çift göğsüyle sevişiyorum. . .

24 mayıs '99
ankara

çağdaş atuğ

18 Kasım 2007

ins'an

insanları izliyorum

hiç belli etmiyorlar
ama dikkatli bakan için işaretler çok
mutluluğu arıyorlar
evet belki farkında bile değiller
ama ümitle
inatla
arıyorlar

yeni bir arabada
yeni bir kadında veya erkekte
yeni bir evde
yeni bir kitapta
yeni bir şehirde
ülkede
işte
daha çok parada
heryerde

keyifle izliyorum onları
ukalaca izliyorum
bana başka şehirlere gitmeyi düşündüklerini söyleyenlere
kavafisi mırıldanıyorum içimden
dışımdaysa sadece bir gülümseme oluşuyor

sonra o zen sözü geliyor aklıma
kendini kesmeyen bir kılıç
ve kendini görmeyen bir göz gibi diyor

arıyorlar
benim ukalalığım neden peki
ben buldum mu
hayır ben bulmadım
arıyorum
bulmayı da umarak değil
bulamayacağımın garip iç ürperişiyle arıyorum
arayıştaki mutluluğa doğru birşeyler bu
ama benim ukalalığım;
aradığım yerden
bedenimin zihnimin ruhumun dışında bir yerde mutluluk aramıyorum

foucault diyordu dün
neden sanatı sanatçılara bıraktık
yaşamlarımızdan sanat eserleri yaratsak diye...

mutluluğu arıyorum
tıpkı sizler gibi bulamayacağım

tekrar ışık mı?

sadece kendi hayatımız üzerine hesaplar ve planlar yapmak

insancıl mıdır?

ya da şöyle soralım
dışarda duran gözlemci
gözlerken
gözleme katılmış olur mu

ışığın büyülü dünyasına tekrar hoşgeldiniz

bu ışıltısız ve yüksek enerjili parçacık dünyası
hala bizlere kendi ışıltısız ve yüksek enerjili dünyalarımız hakkında esin vermiyorsa

gerçekten yaşamı bir hayata çevirememişiz demektir

çünkü yaşam yaşamaktır nefes alıp organizmanın canlılığını sürdürmesine yol açmak

oysa hayat başka bir şeydir.

tıpkı ev ve yuva gibi.

bütün bunları bana esinleyenler
michel foucault ve aung san suu kyi

onlara sonsuz içtenliklerimi gönderiyorum huzurlarınızdan.