27 Kasım 2007
loreena mckennitt-marco polo
havada baharat kokuları
hava öyle sıcak ki üzerimdeki sarı keten eşarp tenimle bir olacak kadar yapışmış üstüme
taş duvarları olan odamın üst köşesindeki penceremsi yarıktan dışardaki yakıcı güneş ışığı sanki soğuyarak
evcilleşerek
dinginleşerek odama giriyor
taşın serinliğine rağmen öyle sıcak ki
danseden kızın göğüs aralarında boncuk boncuk terler birikiyor
aklımdan kalkıp orayı öpmek geçiyor
ama bir rüyadaymışçasına mayhoşum
arada bir dansöz kızın göz süzüşü bile içimi kıpırdatamıyor
öylece uzanıyorum
dışarıdaki çalgıcılar hala çalıyor
gözleri birer koca zümrüt gibi olan dansöz kız hala dansediyor
kafamı kaldırıp taş duvarımda asılı duran kök boyalardan yapılmış buddha resmine bakıyorum
özellikle uzun uzun gözlerine bakıyorum
arada bir dansöz kızın gözleriyle buddhaa nın gözleri birbirine giriyor
hangi göz kimin ayıramıyorum
tekrar buddha ya bakıyorum
o da en az benim kadar esrik
ikimiz de başka yerlerdeyiz
çıngıraklı müzik arada bir coşuyor
o coşunca kızın kalçasının hareketleri de aynı ritimle coşuyor
o anlarda içime bir kıvamlı mürekkep gibi şehvet akıyor
sonra tekrar uyuşuyorum
buddha ya bakıyorum
o beni anlıyor
27.11.07 04:07
24 Kasım 2007
ah kaptan ah
Doğu, 3 bin yıldan beri dünyanın hakikatinin ölüm olduğunu bilir. Dünyada başka hakikat yoktur: ölürsün! Batı hâlen ölümden nasıl kurtulacağım diye uğraşıyor. Kurtulamaz! Bir Batılı ile konuşuyorduk, işte "Eninde sonunda çare bulacağız ve kimse ölmeyecek" dedi. "Peki nasıl besleyeceksin o kadar insanı?" dedim. "Onu hiç düşünmedik" dedi. "Canım işte uzaya gideriz" falan lafları etti, sonra durdu ve "Bazıları öldürülür!" dedi.
Hayâl kuruyorlar. Hâlbuki Doğu bunu binlerce yıl önce keşfetmiştir. Ahmet Gazalî bunu bizde söylemiştir. Biz buna inanırız. Onun için Doğulular Batı ile hır çıktığı zaman rahatlıkla ölürler. Onların ödü patlar, ölmezler ve o yüzden de iş Irak'takine döner. Her defasında böyle olmuştur. ABD'nin bütün işi, nasıl 500-600 metreden ve hiç görünmeden adam öldürürüz, bunu düşünüyorlar. Ölümden ödü patlıyor onların. Ben bunu şöyle kullanıyorum: Bizim ve bütün Avrasyalılar'ın ölebilme kâbiliyeti var, onların yok!"
2023 Dergisi 2005
attila ilhan
mucizeler-1
garip bir hüznü vardı
ışığın evin içine gelişindeki açısındandır belki şimdi şimdi düşünüyorum bunu
küçüktüm
okulda fen bilgisi dersinde duymuş olmalıyım
bir öğleden sonraydı
mavi bir tasımız vardı
banyoda başımıza su dökmek için kullandığımız
onu aldım
içine su koydum
tasın dibine de bir ayna koydum
tası odanın zeminine koydum akşam güneşi tasa düştü
ve evet
evimizin açık mavi duvarında hareketli bir gökkuşağı oluştu
şaşkınlıkla izliyordum
suya dokunup dalgalandırıyordum
gökkuşağı hareket ediyordu
mucizeler hayatıma böyle girdi diyebilirim.
two rocks and a cup of water - massive attack


iki taş al önüne bir kap da su hepsi bu
kimyaya değil ama simyaya inan
iki taş ve biraz sudan ruha işleyecek melodiler çıkabilir eğer simya bilgisi yeterli insanlar tarafından işlenirlerse
ne diyor bu melodi
gerçekten anlama öyle br biçim giydirmiş ki
etinden süzülüp içine yapışıyor ve biliyorsun artık hayat eski hayat değil yeni bir anlamla tanıştın ışık prizmadan büküldü tarifsiz bir renk önünde uzanan beyaz boşluğa düştü fakat rengin ismi yok öyle şaşkın ve öyle üzgünsün ki öyle mutlu ve huzurlusun ki daha önce görülmemiş isimlendirilmemiş bir renkle 'birliktesin' fakat bu birliktelik anlamın yapıştırıcı kuşatıcı sahiplenici etkilerinden uzak varlığından haberdar olmadığın uzak bir yıldızın güngelip gezegeninin güneşi olması gibi ışığının isimsiz tasasız varoluşu gibi tanımadığın bir renk düşün bilmediğin bir yıldız ve o yıldızı güneşi bellemiş gezegen ışığın binlerce tayfı doppler etkisi yansıma ışığın geçiş ve kalışları ışığın melodisi ışığın ışıması ve sonsuzluk
sonra tekrar melodi
iki taş
bir kap su
taşları suya koy
ışık tasa düşsün ve uzayan beyaz boşlukta binlerce tayfla ayrışsın birleşsin tıngırdasın
tekrar hayatın anlamının aslında şeylerle ve kelimelerle uzaktan yakından ilişkisi olmadığını hisset ve anlamın aslında varoluşun birkaç boyutlu yapısının tüm boyutlarında bir uzam olarak uzandığını yani paralel ya da çakışan binlerce boyutla birlikte binlerce uzamda anlamların da akarcasına uzandığını bu yüzden anlamın asla şeylerle ve kelimelerle bitişemeyeceğini çünkü doğası gereği bütün bunlarla ve bunların dışında bağımlı ve bağımsız akan boyutlarda binlerce yeni anlamın canlandığını ve binlercesiinin de öldüğünü bu ölüm doğum çemberinde değişen ya da sabit bir anlamın bulunamayacağını hatta dahası değişen ve sabit bir oluşun dahi bulunamayacağını 'basitçe' kestirmiştir kişi ya da en azından kestirilmelidir.
puslu bir ormanda bir kış günü yürümüş ve yolunu yitirmekten endişe duymuş her insan için anlamın bu biçimi çok tanıdıktır. gözünü çevirdiği her yönde yine benzer biçimli ağaçlar gören ve yönünü saptayamayan kişi gibi hayatın bütün yönlerinde benzer boy ve biçimde 'ağaçlar' yolun kestirilmesine engel oluşturur bütün bu ağaç kümeleri üzerinden aynı anda ve sonsuz doğrultuda akan ışık tam 'anlamıyla' anlama denk düşen biçimleniştir.
anlam ışık kadar hızla evreni gezmektedir.
ali alkan inal
ali alkan inal
beni ölüm gibi
sf 35
yapı kredi yayınları
sallanan koltuk 2
ve tekrarlayan gıcırtılar
üstüne üstlük
asma da deli rüzgara teslim
sallanıyor
ya kadın ?
yüzündeki hüzün
çoktan düşüp tutuşturmuş
eteklerini. . .
gül kurusunun pembesi
ve kadife
koltuğun yüzü
kolları ceviz
üzerinde gül oymaları
asırlardır
kaç hüzünle tutuşup
kaç can teslim oldu
gıcırtıların detone esaretine
gezgin bir prelüd
ve chopın'in valsleri
ya da für elise
sallanan koltuklarda yalnızlık melodileri
ahenksiz gıcırtılar
ölümün köşesinde
sonsuza dek bekleyişler
ne umarak ?
15-16 aralık '99
trabzon
Sallanan koltuk 1
soğuktan donmuş hissetmediğim bir yerlerime
bir yerlerime güneş ışıyor
hep hüzün
hep kırılganlıklar
prizmalarda kırılan duygular
aşk prizmalarında kırılgan duygular
ve yalnızlığın vahşeti
yüreğinin derisini kaldıracak kadar
soğuk esen dağ rüzgarları
beklesek
gelir mi sevgili
sessizlik soğuk soğuk kaplar her yanı
ses yeterince sıcak mı niye
hüzün sıvı bir şeymiş gibi akıyor kadının yüzünden
yere damlasa etekleri tutuşturacak
koltuk sallanıyor
pencereden ılık kekik kokusu
ismin geliyor aklıma
ismin
yağmur yağıyor bir yerlerime
bir yerlerim donuyor
bir yerlerim ışıyor
hep hüzün
16 kasım '99
trabzon
sexual personae
society is an artificial construction,a defense against nature's power.without society ,would be storm-tossed on the barbarous sea that is nature.society is a system inherited forms reducing our humiliating passivity to nature. we may alter these forms,slowly or suddenly, but no change in society will change nature. human beings are not nture's favorites. we are merely one of a multitude of species upon which nature indiscriminately exerts its force. nature has a master agenda we can only dimly know.
sexual personae
camille paglia pg 1
vintage books 1991 usa
giriş


Oturduğu bankta üzerine düşen baharın ılık güneş ışınlarının daha sekiz dakika önce güneşin göbeğinden yola çıkmış olmalarını düşünüyor. Bir yandan camiden çıkan cemaati izliyor. Yaşlı sakallı adamlar genç sakalsız adamlar küçük çocuklar. Yüzlerdeki garip aymazlık gözüne batıyor. Sanki içeride yüzlere aymazlık dağıtmışlar gibi. Her çıkanın yüzünde bu acayip ifadeyi okuyor. Ya da saçmalıyor kendi yakıştırması bu , şu berideki orta yaşlı adam, yüzünde tam anlamıyla görevini yerine getirmiş kul ifadesi var , rahat ,kendinden emin, şu an dünyanın tüm sorunları vız gelir ona ,acılar ,ölümler, işkenceler ,hepsi yalan ,o huzurlu şimdi, yapması gereken bir edimi daha yerine getirdi ,yakınlaşması gereken hedefe doğru bir adım daha attı ,çok düşüneceği bir şey yok zaten düşünmeye gerek de yok yapılması gerekeni yaptı öbür alemde alacak karşılığını yaptığının , karşılığını alacağını bilmenin verdiği o garip naiflik çok hınzır çok çocukça. Camiden çıkan cemaatin kalabalığına karışmak için çevik bir hareketle banktan kalkıyor , sırtında hissetiği güneşin ılıklığını sanki bir itici güç gibi kullanarak hızla kalabalığa yanaşıyor sonra da bir hamlede karışıyor. Cami çıkışından meydana uzanan yol boyunca kalabalık parça parça ara sokaklara sapıp kayboluyor seyrelen insan kalabalığı meydanda yerini coşkulu bir başka kalabalığa bırakıyor. O da kendini kalabalığa bırakıyor. Kalabalıklara bayılıyor , çocukluğunun küçük bir köyde sürekli aynı insan yüzleri etrafında döndüğünü düşünürsek çok anlamlı bu kalabalık sevdası. Yeni yüzler ifadeler yaşamlar hikayeler hikayeler. Kalabalığın içine kendini adeta teslim ediyor. Küçük sürü halinde yaşayan balıklar gibi bir anda hepsi bir o yöne bir bu yöne dönüyor o da bırakıyor kendini kalabalık hangi yöne gidiyorsa o da o yönü seçiyor seçimi kendi yapmışçasına kararlılıkla uyguluyor ve hatta segiyle benimsiyor. Bu ılık bahar gününde içinde eridiği bu sıcak kalabalığa teslim oluyor şehre teslim oluyor kendi deyimiyle ortalama insan zekasına teslim oluyor ortalamadan biri gibi davranıyor. Bütün bunlar ona ummatan vasatan (vasat ümmet) ı hatırlatıyor. Kutsal kitap okumaları neredeyse tüm gençliğine yayıldı. İlk hangisiyle başladı hatırlamıyor neden başladı onu da hatırlamıyor ama bildiği şu ki bilinen tüm kutsal kitapları okudu hatta kutsal kitap kavramına yeni bir açıklama getirdi kendi kafasında o mitolojileri ve birçok arkeolojik yazılı eseri de kutsal kitap olarak görüyor.yunan maya hint ortadoğu kızılderili mitoslarından kur'an incil tevrat oradan dhammapada tripitaka her neyse işte şinto maniheizm zerdüşt... yazının iziyle tarihe sabitlenmiş kutsal adına ne varsa okudu. Kutsal çekti onu diyebiliriz. Şu ünlü buğulu bulutların üstündeki dünya imgesi cezbetti yüreğini ve yüreği beynine hükmetti hep , ah tersi olsaydı keşke bazen pişman da oluyor bu haline yaşıtlarına bakıyor ev kuranlar aile kuranlar bir mesaisi olup çalışanlar eli para tutanlar bütün bu kalabalığın bu kadar dışına atılmışlığının kabahatini yüreğine yüklüyor bir çırpıda kefilsiz koşulsuz vicdanına yüklüyor "değerleri olmayanın pişmanlıkları da olmaz" diye düşünüp not düşmüştü yeni yetmelik zamanlarında şimdi o söze lanet ediyor o sözü not düşüşüne o sözü o kelimelerle ifade edişine ve daha da beteri o düşünce sistemini inşa eden beynine lanet ediyor yüreğinin egemenliğindeki beynine lanet ediyor. Keşke diyor pişmanlıklarım da olmasaydı değerlerim de bütün bu hamur kıvamındaki kalabalıkla bir olsaydım , keşke düşündüklerimi düşünmemiş okuduklarımı okumamış olsaydım.
tabutta rövaşata


evet günce bak ben de seni seviyorum
anlıyorum bu kıskançlık triplerini
fakat benim de kendi hayatım var
kimle neyi paylaşıp neyi paylaşmayacağımın kararını kendim verebilirim değil mi
hem böyle kıskanç triplerde takılırsan ilişkimiz monotonlaşmaz mı sence de?
yapma böyle güzel günce
bırak herkesler okusun yazdıklarımı
umuma açık bir yanlarımız olsun
denize akan bir yanlarımız
her yanımızı örtüp saklayamayız ki
hep ölçüp biçip tartamayız ki
kanatlarımızı açıp uçmak da ister gönül
hani tabutta rövaşata izleyip
içinde kalan o garip tortuyu
blonde redhead koyup son ses
mutfak penceresinden
okul bahçesinde birbirini kovalayan çocukları izleyerek atmak istersin belki
belki de atamazsın
blonde redhead iyice çıldırıp bağırır
bırak bizi günce
bırak bizi herkes görsün
bırak kanatlarımızı açıp
bir tavuşkuşu gibi naif
ve bir o kadar kendini beğenmiş
göklere gülümseyelim
sus artık günce katlanamıyorum sana
ben buralardayım günce
tuvalete bakıyorum bundan sonra
kolonya tutup peçete veriyorum
koltuklarında semirtip göt büyüten dünyanın tüm sömürgenleri de hiç umrumda değil günce
açlık öyle zor ki
bir de beyz tenli bir kadın ve yanakları
yalnızlığım beni delirtmedi günce
yanlış anlama sakın
deli olduğumu belki biraz da olsa kabullenebilirim,
yılgın gülümşeyişlerim de açığa vuruyor zaten zihnimin karmaşık sokaklarını
seni seviyorum demek istiyorum
bir şeyleri kucaklayıp sıcaklık hissetmek istiyorum
yok yok yok günce
soğukta uyumak zor
sürekli dayak yemek de bir o kadar
ne devrimlerle ne tarihle ne insanlarla ilgileniyorum
sikmişim hepsini
içimdeki ansızın canlanan hiddet çok kişisel
çok saçmasapan
ben saçmayım zaten
deli bile değilim
arabaları seviyorum günce
sıcaklar
hepsi benimler
tekrar kadınlar


güzel kadınları seviyorum günce
onları izlemeği onlarla sohbet etmeği
yüzlerinden bir karartı gibi geçen çapkın ifadeleri seviyorum
karşılarına oturup saatlerce sohbet etmeği
gülümsemelerini
gözyaşlarını
uzattıkları ellerine dokunmayı
dansetmeyi
onlar büyük bir şehvetle kendilerini anlatmaya
kendilerini kanıtlamaya çalışırken
durmadan konuşurken
dudaklarını izlemeyi seviyorum
güzel kadınlar bana yaşam hakkında garip bir itici güç veriyor günce
bana bir tür esin variyor güzel kadınlar
onları uzaktan izlemeği seviyorum günce
kendileri gibi olduklarında daha çekiciler günce
yapmacık olmayan güzel kadınlar daha bir güzeller
güzellik bakan gözdedir diyorlar günce
inanırım
güzel kadın kim midir öyleyse günce
benim bakıp bu güzel kadındır dediğim kadın güzel kadındır işte günce
gerisi yalandır
dolandır
hikayedir
benim olmayan güzele güzel der miyim peki ben günce
elbette derim
korkakça yaklaşmam güzele
nefsimin pençeleriyle yaklaşmam
tersine teslim olmuş bir naiflikle yaklaşırım
güzel kadınla güç ilişkisine girmem
fethedeyim diye erkeksi tavır takınmam
uzaktan izlemek de büyük bir keyiftir onu
siyah saten gömleğinin düğmelerini çözüşünü
sonra beyaz jartiyerini
dantelli diz üstü çoraplarını
aynada kendi güzelliğini izleyişi
kendine çapkın çapkın bakışları
bütün bunlar esin yüklüdür günce
severim güzel kadınlar günce
çok severim
kadınlar....


kadınlarla başlayalım söze
dünyanın en mucizevi varlıklarıyla
insan denen bu garip hikayenin çıkış noktası olan kadınlarla...
bir kadın güzelliğinin yanında ve en az güzelliği kadar akıllı olmalıdır
kadın gelişmemiş toplumlarda hep ahlaki bir metadır bunu hep eleştiririz değil mi
namus iki bacağın arasında mı deriz
halbuki konu o kadar basit değildir
kadın ahlakın kalesi olmak zorundadır
bu onun doğal ve toplumsal rolüdür
doğurgan varlığı , yuvayı kuran ve kollayan yapısı , yavruları yetiştirme konusundaki birincil nitelikleri , soyut kavramları kavramadaki üstünlüğü vs vs. bütün bu saydıklarımız kadını toplumsal ahlakın kurucusu konumuna getirir , kurucu koruyucudur her zaman.
bütün bunlardan dolayı kadın kesinlikle ahlaklı olmalıdır
gelişmiş vicdani konumunu hep öne çıkarmalı ve toplumu bu vicdani konuma göre konumlandırmaya çabalamalıdır
kadın toplumun yön vereni olmak konusundaki hassas rolünü olabildiğince özenle üzerine almalı ve gerçekleştirmelidir.
kadınlar toplumun en iyi eğitim almış kesimini oluşturmalıdırlar
sanayi toplumu içindeki erkekleşme sürecinden geri çekilmeli ve kadınlıklarının tekrar sırrına ermelidirler
şimdi tekrar LAO-TSU ya dönelim ve uzun bir alıntı yapalım
eskiden insanlar bütünlük içinde bir yaşam sürerlerdi
aklı fazla önemsemezler
ama herşeyde akıl, ruh ve bedeni bütünleştirirlerdi
bu onları kavramların kurbanı kılmadı
bilginin babası olmalarını sağladı
yeni bir buluş ortaya çıktığında
onun sağlayacağı kolaylıkları olduğu kadar
sebep olcağı sorunları da göz önüne aldılar
etkili olduğu ispatlanmış eski bilgilere ve
etkili olduğu ispatlanabilecek yeni bilgilere rağbet ettiler
eğer daha fazla şaşkınlığa düşmek
mahcup olmak istemiyorsan atalarının yaptığını yap
aklını bedenini ve ruhunu yaptığın her işte bir arada tut
doğayla uyumlu olan yiyecek , giyecek ve barınakları seç
taşıma için kendi bedenine güven
bırak işin ve teneffüsün bir ve aynı olsun
yalnızca bedenini değil , tüm varlığını geliştirici çalışmalar yap
varlığının üç küresini birbirine bağlayan müziği dinle
yöneticileri servetleri ya da güçleri olduğu için değil
erdemleri olduğu için seç
başkalarına hizmet et ve aynı zamanda kendini geliştir
gerçek gelişimin
kendine ve diğerlerine uyum sağlayacak bir yolla
karşılaşılan sorunların üstesinden gelmekle olacağını anla
bu basit eski yöntemleri uygulayacak olursan
devamlı surette yenilenmiş olacaksın
23.11.2007
23.11.2007
tam 10 yıl geçmiş üzerinden
durdum odamda
sakince durdum
sonra radyoyu açtım
ilk şarkıdan sonra
"yalnızlık ömür boyu" çaldığında
tekrar rastlantıların olmadığı evrene inancım kuvvetlendi
sonra bu evrende olmaya şükrettim
evet tam 10 yıl geçti
bugün hava güneşliydi
o zaman da garip bir güneş vardı hatırlıyorum
bugünü günceme not etmeliydim
not ettim
yalnızlık ömür boyu çalıyordu
evde ve evrende yalnız başımaydım
bir 23 kasım dahaydı
hayat bir mucizeydi
kesinlikle öyleydi
radikal gazetesi...
© Radikal internet baskısında yer alan tüm metin, resim ve benzeri içeriğin hakları Doğan Gazetecilik A.Ş.'ye aittir. Hiçbir şekilde basılı ya da elektronik bir ortamda (CD, Internet vs.) kaynak gösterilse bile izin alınmadan kullanılamaz.
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=239666
günün birinde bir yerlerde kendimizle karşılaşma cefasına katlanırsak
geleceğe katlanma ve onu yaratma şansına da sahip olacağız
ve ancak böyle olacak eğer olacaksa önce kendimizle yüzleşeceğiz önce kendimizle...
23 Kasım 2007
Geçer -- Neyzen Tevfik
Izdırabın sonu yok sanma , bu alemde geçer , Ömr-i fani gibidir , gün de geçer , dem de geçer , Gam karar eyliyemez hande-i hurrem de geçer , Devr-i şadi de geçer , gussa-i matem de geçer , Gece gündüz yok olur , an-ı dem adem de geçer , Bu tecelli-i hayat aşk ile büktü belimi , Çağlıyan göz yaşı mı , yoksa ki hicran seli mi ? İnleyen saz-ı kazanın acaba bam teli mi ? Çevrilir dest-i kaderle bu şu'unun filimi , Ney susar , mey dökülür , gulgule-i Cem de geçer , İbret aldın , okudunsa şu yaman dünyadan , Nefsini kurtara gör masyad-ı mafihadan . Niyyet-i hilkatı bul aşk-ı cihan aradan , Önü yokdan , sonu boktan , bu kuru da'vadan Utanır gayret-i gufranla cehennem de geçer . Ne şeriat , ne tariykat , ne hakiykat , ne türe , Süremez hükmünü bunlar yaşadıkça bu küre Cahilin korku kokan defterini Tanrı düre ! Ma'rifet mahkemesinde verilen hükme göre , Cennet iflas eder , efsane-i Adem de geçer . Serseri Neyzen'in aşkınla kulak ver sözüne , Girmemiştir bu avalim , bu bedyi' gözüne. Cehlinin kudreti baktırmadı kendi özüne. Pir olur sakiy-i gül çehre bakılmaz yüzüne , Hak olur pir-i mugan , sohbet-i hemdem de geçer. |
öğüt
Oğul bilesin ki hayat yaşamak için vardır
Üzerinde çok konuştuğun herşey anlamını yitirir
Değerinden fazla değer verdiğin her insan ya tepene biner
Ya da değerini sana bırakıp , senden uzaklara gider
Zaman bir derin nehirdir , yüzündeki çizgileri daha derine deler
Oğul bilesin ki hayat deli dumrul bir vahşi attır
Üzerine binip kırbacı şaklatırsan , dört nala şahlanır
Yok üzerinden düşer altına girersen , nallarını sende yıpratır
Ve gündüzler , atınla ovaları keşfe yaraşır
Ve karanlık geceler ata kaşağı sürüp , yatıştırmak için vardır
Oğul bilesin ki hayat sana yalnızlığını öğretir
Tanrının ruhundan üflediği yalnızlık tek gerçeğimizdir
Kendimiz için iyi dostsak , bil ki gerisi hikayedir
Yalnızlığımız ; ruhumuz gibi , tanrı gibi , ilahidir
Ve bil ki kişinin en iyisi ; yolunu kendine doğru çizendir
Oğul bilesin ki atalar deneyimlidir , hayatı iyi bilir
Kim ki ananın , atanın sözünü gerçek bilir
İşte ona tanrı en muvaffak geleceği gönderir
Dünyada bildiğin , dinlediğin her kul sana tecrübedir
Yeter ki kulağını yüreğine , ağzını beynine yerleştir
Oğul bilesin ki hayat bir büyük hikayedir
Yüzyıllardır dillerde gezen bir bilinmez efsanedir
Bil ki hayat bizim konuk olduğumuz hayalhanemizdir
Dünya kısa hayatlarımız kadar dar , hayallerimiz kadar geniştir
Ve bil ki bu dünyadaki her anı , sonsuza yiten bir hayaldir
Ama buna rağmen hayat , hayallerimizle genişleyen hazinemizdir
Oğul bilesin ki okyanusların ötesinde kıtalar vardır
Kıtalar üzerinde milyonlarca başka insan vardır
Onların üzerinde de bir mavi gökyüzü vardır
Bulutlar bazen sakin , bazen şimşekli , bazen sağanaktır
Ve oğul asla unutma ki ölüm ; yaşamın yığınağıdır !
Öğütleri yüreğinde öğütüp , hayata serpiştirmelisin !
8 mayıs ’99
ankara
22 Kasım 2007
gracias
Sızım sızım sızlıyordu maneviyatı. . .
dilinden bir mısra , dağ yamacından yuvarlanır gibi yankıyarak yuvarlanıyordu havaya ; 'gracias a la vida'. . . Herşeye bir mısrayla teşekkür edebilmenin , içinden yankıyan bir ezikliği ve dahası yorgunluğu vardı. . . gözlerinden , yaralanmış ruhunun irini sızıyordu. Sonra tekrar o mısrayı mırıldanıyordu , melodisiyle birlikte ; gracias a la vida. . .
sonra rüzgar usulca odanın aralık kapısını örtüverdi. Kapı usulca çerçevesine otururken , ruhunun yaralı parçası da iyiden iyiye ruhundan kopup uzaklaşıyordu. . .
masanın üzerindeki kırmızı renkli , eski saate baktı sonra. . . 'geç olmuş' dedi kendi kendine. Ne için geçti , kim için geç olmuştu , neydi bu devasa geçkalmışlık. . . 'tam zamanı' ne zamandı. . . yaşıyorsak , henüz soluk alıyorsak ve hatta veriyorsak da nasıl geç olabilirdi ki , ne için geç olabilirdi ki. . .
usunda canlanmış bunlarca soruyu 'neyse' diyerek geçiştiriverdi , 'neyse'. . .
elini ceketinin cebine attı sonra. Şarap kırmızısı , eskimiş yani 'geç kalmış' ceketinin cebine attı elini. Revolverini çıkarıverdi , şarap kırmızısı ceketinden , siyah ve parlak demiri çıkarıverdi. . . çenesinin altına dayadı revolveri , titreyen dudaklarıyla tekrar etti ; gracias a la vida. . . sonra indirdi revolveri aşağı ve titreyerek tekrar etti ; neyse , neyse. . . .
17 temmuz 99
ankara
BENİ SEVEN UZAKLARDAKİ KADINLAR 2
"örtük hisler alemi yüzün
sürtük aşklar alemi yüreğin"
aşkın tanım aralığına sığmıyor bu kadın. (aşka sığmıyor)
tam da bu derin sığışmazlıktan dolayı dolaylanmış bir aşkla aşık kadın bana. . . yani aşkı aşka sığdıramadığı için aşık bana. . .
ne renk gözleri. . . seçilmiyor. . . bir renk oyunu sanki , yandan bak , yeşil , önden bak , ela. . . tıpkı rengi gibi anlamı da göreceli gözlerinin. . . (sanki varlığı göreceli kadının , sanki görünüşü göreceli. . .)
pembenin karası dudakları. . . çingeneliğinin açık verdiği tek yer dudakları. . . yalnız başına dudaklarını görse insan , öperek parçalamak isteği doğar içinde. . . bir çingene. . . cani bir ifadesi var dudaklarının (dudaklarıyla cinayet işlemiş sanki)
kaç yaşında olabilir. . . ya da yaşında olmayabilir. . . (yüzünde hiç çizgi yok , hiç yaşamamış mı ki. . .) aşağı yukarı yirmi beş , yirmi sekiz. . . göz torbaları bir onsekizlik gibi gergin , alnı kimseye kızmamış bugüne kadar ve hiçbirşeye yoğunlaşmamış ; hiç kırışıksız. . .
neyle birlikte çalan tef gibi sesi. . . bir yandan bir beton gibi sağlam ve oturaklı , bir yandan çıngıraklar esiyor dilinde. . . öyle bir sesle fısıldıyor kulağıma 'aşk' diye. . .
öyle derinliksiz bir sesten öyle bir derinliği duymak ürpertiyor insanı ister istemez (akşam rüzgarı ürpermesi bu) akşam da oluvermiş zaman zaman içinde. . . .
devamı var söylevinin. . . aşk diye cümle olur mu ki. . . (olur elbet , olur da bir çingene o kadar kısa konuşmaz , bir çingene tüm duygularını anlatmadan terketmez meydanı. . . zaten tam da bu yüzden sığdıramıyor aşkı hiçbir yere)
ama ben dinliyorum seni çingene kızı , kulak zarlarıma sığdırabilecek kadar tanıyorum aşkı. . . akşam yavaş yavaş çökerken , sen bana sabahı vaadederek anlatsan da duyusuz duygularını , dinliycem seni. . . aşka hasretliği bilen yürekler gibi dinle. . .
haydi çingene kadını(m) anlat yıllar boyunca bana olan aşkını. . . söz olsun dinliyorum sıcak teninle içiçe. . . çıngıraklı nefesinle içiçe. . .
24 haziran - 21 ağustos '99
ankara
BENİ SEVEN UZAKLARDAKİ KADINLAR 1
24 mayıs '99
ankara
çağdaş atuğ
18 Kasım 2007
ins'an
hiç belli etmiyorlar
ama dikkatli bakan için işaretler çok
mutluluğu arıyorlar
evet belki farkında bile değiller
ama ümitle
inatla
arıyorlar
yeni bir arabada
yeni bir kadında veya erkekte
yeni bir evde
yeni bir kitapta
yeni bir şehirde
ülkede
işte
daha çok parada
heryerde
keyifle izliyorum onları
ukalaca izliyorum
bana başka şehirlere gitmeyi düşündüklerini söyleyenlere
kavafisi mırıldanıyorum içimden
dışımdaysa sadece bir gülümseme oluşuyor
sonra o zen sözü geliyor aklıma
kendini kesmeyen bir kılıç
ve kendini görmeyen bir göz gibi diyor
arıyorlar
benim ukalalığım neden peki
ben buldum mu
hayır ben bulmadım
arıyorum
bulmayı da umarak değil
bulamayacağımın garip iç ürperişiyle arıyorum
arayıştaki mutluluğa doğru birşeyler bu
ama benim ukalalığım;
aradığım yerden
bedenimin zihnimin ruhumun dışında bir yerde mutluluk aramıyorum
foucault diyordu dün
neden sanatı sanatçılara bıraktık
yaşamlarımızdan sanat eserleri yaratsak diye...
mutluluğu arıyorum
tıpkı sizler gibi bulamayacağım
tekrar ışık mı?
insancıl mıdır?
ya da şöyle soralım
dışarda duran gözlemci
gözlerken
gözleme katılmış olur mu
ışığın büyülü dünyasına tekrar hoşgeldiniz
bu ışıltısız ve yüksek enerjili parçacık dünyası
hala bizlere kendi ışıltısız ve yüksek enerjili dünyalarımız hakkında esin vermiyorsa
gerçekten yaşamı bir hayata çevirememişiz demektir
çünkü yaşam yaşamaktır nefes alıp organizmanın canlılığını sürdürmesine yol açmak
oysa hayat başka bir şeydir.
tıpkı ev ve yuva gibi.
bütün bunları bana esinleyenler
michel foucault ve aung san suu kyi
onlara sonsuz içtenliklerimi gönderiyorum huzurlarınızdan.