Ruhunun en can alıcı parçası yaralanmıştı belki de. . .
Sızım sızım sızlıyordu maneviyatı. . .
dilinden bir mısra , dağ yamacından yuvarlanır gibi yankıyarak yuvarlanıyordu havaya ; 'gracias a la vida'. . . Herşeye bir mısrayla teşekkür edebilmenin , içinden yankıyan bir ezikliği ve dahası yorgunluğu vardı. . . gözlerinden , yaralanmış ruhunun irini sızıyordu. Sonra tekrar o mısrayı mırıldanıyordu , melodisiyle birlikte ; gracias a la vida. . .
sonra rüzgar usulca odanın aralık kapısını örtüverdi. Kapı usulca çerçevesine otururken , ruhunun yaralı parçası da iyiden iyiye ruhundan kopup uzaklaşıyordu. . .
masanın üzerindeki kırmızı renkli , eski saate baktı sonra. . . 'geç olmuş' dedi kendi kendine. Ne için geçti , kim için geç olmuştu , neydi bu devasa geçkalmışlık. . . 'tam zamanı' ne zamandı. . . yaşıyorsak , henüz soluk alıyorsak ve hatta veriyorsak da nasıl geç olabilirdi ki , ne için geç olabilirdi ki. . .
usunda canlanmış bunlarca soruyu 'neyse' diyerek geçiştiriverdi , 'neyse'. . .
elini ceketinin cebine attı sonra. Şarap kırmızısı , eskimiş yani 'geç kalmış' ceketinin cebine attı elini. Revolverini çıkarıverdi , şarap kırmızısı ceketinden , siyah ve parlak demiri çıkarıverdi. . . çenesinin altına dayadı revolveri , titreyen dudaklarıyla tekrar etti ; gracias a la vida. . . sonra indirdi revolveri aşağı ve titreyerek tekrar etti ; neyse , neyse. . . .
17 temmuz 99
ankara
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder