topluluk ve demokrasi
yazımıza bir bir atasözüyle başlayalım
hangi ulusa ait bir söz bilemiyorum amerikan diye kalmış aklımda ama amerikan "atasözü" kavramı biraz çelişkili göründü gözüme o yüzden sadece atasözü demekle yetindim.
"biri size eşek derse gülün geçin bir kişi daha derse durun düşünün fakat üçüncü kişi size eşek derse gidin ve kendinize yakışan bir semer bulun" diyor söz
dünkü mitingde meydandaki o dev kalabalık o sessiz ve huzurlu topluluk bana bu sözü düşündürdü. zira üç kişiden fazlaydık meydanda.
okula başladığım ilk yıl politika bilimi ve sosyoloji dersleri aklımda derin iz bırakacak bir konuya yer açmıştı.
bu konu yönetimde meşruiyet meselesiydi.
padişah halkın önüne çıkıyordu ve şöyle diyordu "ben sizin toprağı ekip biçerek elde ettiğinizin ürüne ve dolayısıyla emeğe el koyuyorum. bunu yaparken haklıyım bu hakkı bana tanrı verdi ben tanrının dünyadaki gölgesi ve peygamberin halifesiyim." halk da huzur ve dirlik içinde yaşadığı sürece bu otoriteye baş eğip "bizler senin kulunuz" diyorlardı.
ilginç bir sözleşme biçimiydi bu.
foucault'nun "doğruyu söylemek" isimli kitabını itiraf etmeliyim çok bilinçli almamıştım. yazarın eserlerinin tümünü zaman içinde okuma çabama dayanan ve buldukça eserlerini topladığım bir süreçti bu. fakat dün akşam miting dönüşü elime aldığımda kitap sanki yine zamanı gelen kitap misyonuyla hareket etmiş ve düşünceme yol vermişti.açtığım sayfadaki metnin yazarı yaklaşık 1700 yıl evvelden sesleniyordu:
...kendi özel işlerinle ilgili tavsiye alman söz konusu olduğunda zekaca senden üstün insanların peşine düşersin,ama devlet işleri üzerine düşündüğün zaman bu tür insanlara karşı güvensiz ve hoşnutsuz bir tutum takınır ve onlar yerine bu platformda önüne gelen hatiplerin en ahlaksızıyla arkadaş olursun; ve sarhoşların ayıklardan,akılsızların bilgelerden ve halkın parasını sağa sola dağıtanların, kamusal hizmetlerini kendi cebinden karşılayanlardan daha iyi birer halk dostu olduğunu söylersin. öyle ki bizler, bu tür akıl hocalarından faydalanan bir devletin daha iyi mertebelere geleceğini düşünen insanların bulunmasını pekala hayretle karşılayabiliriz. (michel foucault, doğruyu söylemek, ayrıntı yayınevi, 2005, sf 65)
sözlerin sahibi isokrates'tir.barış üstüne isimli eserinde bu sözlere yer vermiştir. bunun anlamı şudur; 1700 yıl önce yaşayan düşünürler tarafından eleştirilebilen ve hatta yerilebilen "demokrasi" 1700 yılın sonunda eleştirilemez bir hal almıştır. bu demokrasinin karanlık "ortaçağ"ıdır. II.dünya savaşı ertesi oluşan soğuk savaş koşulları ve daha sonrasında gelen 90lar dünyayı siyasal düşünme açısından fena halde hırpalamıştır. "komunizm" çökmüş(!) ve liberal kapitalist (emperyalist) demokratik sistemler galibiyetlerini(!) ilan etmişlerdir.
demokrasi en yüce en müthiş en insana yaraşır sistemdir(!) halbuki II.savaş ertesi "demokrasi berbat bir rejimdir.ancak rejimlerin en az berbat olanıdır." diyen winston churchill'dir. burada o devlet adamından alıntı yapmam kesinlikle bu söze katılmamla yada bu beyi otorite kabul etmemle ilişkili değildir. burada vurgulamayı arzuladığım nokta soğuk savaş öncesi ortamda demokrasi eleştirilerinin hala ayakta kalabilir nitelikte oluşudur. zira bugün demokrasi karşıtı bir eleştiri yada demokrasinin gediklerinin beslenmesi daha işler ve eşitlikçi hale getirilmesi istekleri anında büyük bir öfkeyle bastırılmaktadır.
bu demokrasinin ortaçağıdır. cadı kazanlarının kaynadığı bir dünyadır. ve hristiyan ahlak değerlerinin, dünyaya demokrasi eleştirmeni(cadılar) görüşlere verilen tepkilerle dayatılmasıdır. batı komunizmi yenmenin(!) mahmurluğuyla deliye dönmüş bir canavara dönüşmüştür. demokrasi bütün ahlaksız eylemler için çok estetik biçimli bir manivelaya dönüşmüştür. emperyalizmi ve sömürge ekonomilerini kurmak için demokrasi bir ön şart olmuştur. ortadoğudaki kuşak teorisine dayanan dünya hakimiyeti için demokrasi bir önşart olmuştur. hatta bir ülkeye şeriatı getirmek isteyorsanız size demokrasi lazımdır. çünkü yunan düşünürlerin binlerce yıl öncesinden bağırdığı üzere halkı eğitimsiz ve yoksul bırakırsanız demokrasi "yönetenlerin" güdümünde bir sistemdir artık. siz ne isterseniz halk onu ister.
1700 yılda pek az şey mi değişmiş dersiniz.
giderek daha cehalete batırılan bir toplum. sekiz yıllık "kesintisiz" eğitim gerçekten kesintisiz. sınıfta kalmak kalktı. istersen tüm derslerin zayıf olsun bir üst sınıfa geçiyorsun. böylece öğrenciler artık hiçbir şey öğrenmek zorunda değil.
bir zamanların "tahıl ve taze meyve ambarı" türkiye şimdi abd den pirinç satın alıyor.
bu yolla orta ve alt sınıflar fakirleştirilip ithalat yapan üst sınıflar daha da zenginleştiriliyor.
80 darbesinin ressamı , "büyük sanatçı" ve "devlet adamı" bundan birkaç ay kadar önce çıktığı televizyon programında üniversite öğrencileriyle buluştu. anadolu'nun şu "büyük ve köklü" olmayan üniversitelerinden biriydi burası. heyecanla ekran başındaydım. "ecel terleri" bekliyordum sorulacak sorular karşısında. fakat o da ne... biricik ressamımız meğer heykeltraş olmalıymış. 80 sonrası yonttuğu gençlik adeta bir rodin heykeli kadar kusursuzdu. itaatkar neşeli cıvıl cıvıl bir gençlikti bu.
anadolunun şehirleşmemiş şehirlerine üniversite yapma fikirleri ortaya atıldığı yıllarda dönemin akademisyenlerinden biri "üniversiteyi kırsala götürüseniz üniversite orayı şehirleştirmez üniversite kırsallaşır" demiş. haklı mı çıkmış oluyor şimdi bu zat.
lafı uzatmayalım demem odur ki dünyada soğuk savaş dönemi boyunca birçok gelişme oldu. biz hep olanları dünyanın göbeği türkiyeymiş gibi algıladık. darbeleri hep "birileri" bizim aleyhimize yapmıştı. her yanımız düşman kaplıydı. halbuki soğuk savaş dönemi ve ertesinde yaşanan 20 yıllık süreç çok bilimsel ve determinist verilere dayanıyordu. dünyada birileri nükleer bombalar son teknoloji elektronik silahlar ve teçhizatlar üretiyor biz de düşmanlarımızla savaşıyorduk(!) birileri üniversitelerinde geleceğin niteliklerine uygun araştırmacı ve geliştirmeci kabiliyetlerle donanmış insanlar yetiştiriyordu biz üniversite amfilerinde sağda bir grup solda bir grup ortada jandarma ders dinliyorduk.
git gide fakirleşip cahilleşme sürecimiz elbette uzun ve zahmetli bir süreçti.başarıyla tamamladık!
emeği geçen tüm ressam heykeltraş ses sanatçısı ve tiyatroculara şükranlarımızı sunalım.
fakat şunu bilsin bu yüce sanatçılarımız dünkü topluluk kameralara satılmış medya diye öfkeyle haykırıken o kameramanları parçalamadı. çünkü onların sektör içi piyonlar olduğunun farkındaydı. ama bu şunu gösterir ki kimi parçalayacağının farkında bir toplulukla karşı karşıyalar. ve bu topluluk şahları ve vezirleri bir lokmada parçalar.
demek ki neymiş
demokrasi meclisin çoğunluğu olarak halkın verdiği yetkiyi şahsi menfaatler ve rejim aleyhtarı hareketlere dönüştürme rejimi değilmiş. hele de cahilleştirmeği bir türlü beceremedikleri bu kadar büyük bir kitle orada sessiz ama derinden olan biteni izlerken hiç değilmiş.
unutmayın bastille'i askerler basmadı.
fransız devriminde akan kanı bir sivil "darbe" akıttı. çünkü bize darbe adını benimsettiler daha ürkütücü olsun diye
halbuki "DEVRİM" hep bir seçenektir.
yeri gelince de devirir ve kanatır.
dün o toplulukla neredeyse hiçbir ortak paydada birleşmiyordum.
fakat orada olmam gerektiğini hissettim.
ve DEVRİMin o mayhoş o tatlı kokusunu duydum.
devirsem yerine ne koyardım bilemiyorum diyen aleksi zorba geldi aklıma...
bugün duyduğum bir şiirin bir dizesiyle son verelim yazıya
"ölüm kendinden önce bana yalnızlığını yolladı." diyordu sabah mahmurluğunda nazım hikmet