14 Ağustos 2011

ferah otel

21.3.2011

otobüse biniyor. her sabah opera binasının önünden rakamlarının toplamı 12 eden bir otobüse biniyor. durak ferah otel'i görüyor. ferah otel ilerideki eciş bücüş evlerin arasında azıcık daha derli toplu bir betonarme bina. kırmızı demir levha üzerinde beyazla “ferah otel” yazıyor.

otobüs şehrin dışında zenginler için kurulmuş küçük bir köye doğru yol alırken elindeki kitabı kurcalıyor. sonra vazgeçiyor. etrafındaki kadınları izleyip dinliyor. hepsi de o koca koca evlerde temizliğe, yemek pişirmeye, bebek bakmaya gidiyorlar. şen şakraklar. aralarında yüksek sesle konuşup şakalaşıyorlar. “hiçbir şey olmamış gibi” diye iç geçiriyor. tek tük erkekler de var otobüste. onlar da bahçeleri temizlemeye ya da arabaları sürmeye gidiyorlar. bu otobüs her gün bizleri şehrin göbeğinden alıp emeğimizin büyük emici pompalar tarafından emileceği bir şatafat şehrine götürüyor. bundan şikayetçi olan yok. herkes neşeli, mutlu. şakalaşıyorlar. hiçbir şey olmamış gibi.

akşam aynı otobüs bu emilmiş kitleyi şehre geri götürüyor. şimdi herkes sakin. suratlar yorgun. kadınların yüzlerindeki çizgiler belirginleşmiş. akşam güneşine bağlıyor bunu. ışığın açısından sanırım diyor. halbuki biliyor. şimdi mutsuzlar. evlerine dönüyorlar. o şatafatlı rüyadan uyanıp soğuk, derme çatma, kalabalık ve dertli evlerine dönüyorlar. üstelik tüm gün o şatafat onları yormuş. şatafat onları emmiş. bazısının kafası önüne düşmüş uyukluyor. bazısı yeni yeni yanmaya başlayan kırpışan şehrin ışıklarına dalıyor. bazısı daha kısık bir sesle yanındakiyle çene çalıyor. bu sakin bir akşam. bir de otobüsün hıncahınç dolduğu akşamlar var. birbirini ezenler mi dersin, bağırıp çağıranlar mı... düşüp bayılanlar mı...
içinden bir üzüntü akıyor. ılıkça. ferah otel'in tabelasına bakıyor. şehrin soğuğu içine işliyor. ayaklarının üşüdüğünü farkediyor. halbuki daha otobüsün gelmesine çok var. sabah güneşinin ısıtmayan ışınlarının altında dikilmeye gayret gösteriyor. ellerini montunun cebine sokuyor. orada ısıtamayınca pantolonunun cebine sokup bacaklarına dokunuyor. biraz daha sıcakça. duraktaki insanları izliyor. bezgin, suratsız ve mutsuz insanları. kendine mi üzülsün onlara mı bilemiyor. bu çok kalp kırıcı.

bu şehirde en çekilmez şey kış diye geçiriyor içinden. yolda gözatmak için çantasına koyduğu edebiyat dergisini çıkarıyor. sabahın ayazında, opera binasının önündeki otobüs duraklarından birinde, ayakta edebiyat dergisi okuyan bir genci canlandırıyor gözünde. yüzünde aptal bir gülümseme beliriyor. kendisi bu saatlerde operanın önünden bir otobüsle geçse ve durakta böyle bir çocuk görse kahkahalara boğulur gibi geliyor. bunu düşünüp mutlu oluyor. rastgele açtığı sayfada şairin kelimelerini seviyor. hatta tutup okşuyor onları. yıllardır yaptığı gibi yine bezginlik anlarında kelimelere sarılıyor. sabahın bu rüyamsı atmosferinde sevdiği kelimelerin ne anlama geldiğini düşünmüyor. güneş gri bulutların ardında. arkasında opera binası var. karşı tarafta bir avuç derme çatma yapı. kentin o gri dedikleri silüetinin en belirgin ortaya çıktığı yerlerden biri burası diye düşünüyor. bunca grilik yetmezmiş gibi, hava soğuk, güneş yok ve sabahın o garip ağır çekim havası. bir de ferah otel tabelası tabi. ve tıkabasa dolu otobüsler. mutsuz bir kalabalık.

otobüs geldiğinde garip bir mutluluk duyuyor. sanki yıllardır bu otobüsü bekliyormuş gibi. elini cebine atıp otobüs abonmanını çıkarıyor. abonmana dokunmak bile bir sıcaklık hissi veriyor. bir önceki otobüsle kalabalık gitmiş olmalı ki, bu otobüs sakin. cam kenarında bir yere kuruluyor. özellikle kalorifere yakın olan koltuklardan seçiyor. tekrar dergisini aralıyor. kucaklayabileceği bir kaç sözcük daha söküp çıkarıyor dergiden. yine anlamları es geçiyor. sanki elinde durmadan titreyen farklı renklerde toz bulutları var. biri hafif pembemsi biri yavan bir yeşil. bir diğeri gökyüzü gibi çivit. birinin vızıltısı can yakarken diğerinin titreşimi içini gıdıklıyor. yol boyunca bir hokkabaz misali o renkli toz bulutlarını o elinden öbürüne atıp tutuyor. onu görseler deli sanacaklar. neyse ki görmüyorlar. şimdi o da kimseyi görmüyor. hiçbir şey olmamış gibi.

otobüsün kapısı ağırca açılıyor. sanki kusmak istiyormuş gibi otobüsten garip bir böğürtü sesi duyuluyor. sonra kapıdan o çıkıyor. dışardan gören biri için bu tam bir kusma sahnesi. şehrin göbeğinden toparlanan kitle şimdi burada eski püskü bir otobüs tarafından kusuluveriyor. yine sayıklıyor. hiçbir şey olmamış gibi. indiği yerdeki büyük ve geniş bulvar rüzgarlı. sıcak otobüsten sonra üzerindeki ısıyı kolayca söküp alıyor bulvar. bulutların ardından azıcık yüzünü gösteren güneş ümitlendiriveriyor onu. elindeki renkli toz bulutlarını otobüsteki köşeye umarsızca bırakışını düşünüyor. başkaları da okşasın onları diyor. gri kaldırıma doğru eğdiği bakışlarıyla şatafat şehrinin içlerine doğru adım atmaya başlıyor. içinden sürekli tekrar ediyor. hiçbir şey olmamış gibi. hiçbir şey olmamış gibi. hiçbir şey olmamış gibi...

Hiç yorum yok: