ı.
beklentileri uzak , beklentileri kimsesiz , beklentileri çıldırtıcı. . .
ıı.
Bir insan delisi o , bir insan delisi (gizli bir deli)
ııı.
Uçurtmasının hep çakıldığını hatırlıyor ansızın. . . sonra sapsarı başaklarla dolu tarlalar. . . uçurtmasını uçur(t)mak için çırpınırcasına koşuşunu , her koşuşunda hissettiği ‘uçma olasılığının’ heyecanını ve heyecanının çakılış hezeyanlarıyla son buluşunu hatırlıyor. Çocukluğunu geçirdiği kırsal yöreyi hatırlıyor.
Sonra neler neler. . . kırmızı naylondan yapılmış uçurtmasını , uçurtmanın kuyruğunu. . . hepsi çok güzel ama hep çakılıyor uçurtma , hep çakılıyor , hep çakılıyor. . .
ıv.
Göğe çıkacak kadar onurlu değil belki de hiçbir parçası. Uçurtması göğe çıkmaya yetmiyor , yerde de uçmayı öğrenmeli mi ki ? elbet ?. . .
v.
aslında yeni yıkamış duygularını. . . tek tek , özene bezene , tek tek çitileyip , tek tek asmış korkularının uçurumuna. Korkunun bir duygu olmadığını düşünüyor içten içe. . . “her duygunun içinde bir miktar da olsa korku bulunmalı” diyor kendi kendine. (küçüklükten kalma bir korku sevecenliği , tanrılaşan korkular)
Yadsıyamadığı varlığında derin bir kayıplık hissi var , kayıplık da yadsınmıyor işte.
Ama çakılan uçurtmalara binip ansızın gelen bu kayıp yılgınlık da neyin nesi ya da yılgın kayıplık (?)
vı.
Şimdi burada oturup notalardan yalnızlığın çivisini söküyor , elinde karaktersizlikten çatlamış kalabalıktan yapılma bir kerpeten. . .
herşey karaktersiz.
Herşeyin fazlasıyla ayırdında aslında. Aslında asıl olan da bir silüet kadar belirgin. Asıl olan da beklentileri kadar çıldırtıcı. Belki de ‘fazla’ ayırdında herşeyin. Ya da herşey fazla ona. . . .
vıı.
Tam da bu zamanlar değil miydi ? hani geçen sene bir piknikte sevgilisiyle uçurtma uçurmaya çalışmaları ! aslında Tijen yine biliyordu uçur(t)amayacağını. Ya da belki bu yer etmişlikti uçur(t)mayan uçurtmayı. Kimbilir ! kimbilir nerede şimdi o ‘eski’ sevgilisi. . . ne de çabuk ‘eskidi’ ha , hayat ne çabuk yıpratıyor herşeyi , hayat en çok anılara karşı hoyrat belki. . . şimdi biliyor Tijen bu çakılan uçurtma sendromunun biranda kafasına nereden çakıldığını. . . geçen sene bu zamanlardan işte. . . usunun kancasına , engin anılar denizinde takılanlar bunlar. . . geçen sene bu zamanlar. . . eskitilmiş sevgiler , sevgililer. . . eskiyen herşey. . .
vıııı.
Ne de çok çağırıyor müzik ağlamaya insanı. . . flüt bir yandan , keman bir yandan , çello bir yandan ; piyanoysa zaten ağlıyor. . . Tijen hala beyaz renkli kuyruklu piyanosunun başında . . . hala notalardan yalnızlık söküyor , söktüğü yalnızlıkları kendi hayat melodramına giydirecek besbelli. . . bastıra bastıra vuruyor tuşlara , parmakları acırcasına ama ağlamıyor. Çünki piyano ağlarken kimsenin çıtı çıkmamalı. Susmalı evren , susmalı Tijen. . .
‘sözcüklerini içinde birebir barındırmamalı müzik’ diye düşünüyor piyanoyu dinlerken. Önemli olan Grieg’i , Beethoven’ı , Chopin’i ve diğerlerini duyabilmek , onlarla varolabilmek. . .
vıııı.
Sonra yeniden. . . ‘uçurtma yılları’na doğru bir derinliksiz dalış daha. . . usu iyice çığırından çıkıyor bu kez. . . usu kancadan koskoca bir ağa dönüşüyor. . . (geri dönüşsüzlüğün acımasızlığı kavuruyor belleğini)
önce annesini hatırlıyor Tijen. . . ağa takılan en büyükparça belki de. En ürkütücü olan da. . . yıllar boyunca o ufacık evde birkez bile birbirlerine bağırmadan ve dokunmadan verilmiş koskoca bir soğuk savaşın ‘savunmasız’ iki temsilcisi onlar. Birkez bile bağırmadı annesi Tijen’e ya da dövmedi ama hep dövüştüler. . . birlikte bulundukları yerlerde hep kulakları sağır eden bir kılıç kalkan şıkırtısı. . .
koskoca ve iki kişilik bir savaş. . . iki kişilik yenilgiler(zafersizlikler) , iki kişilik tükenmişlikler. . .
babası sonra. . .
hiç görmediği , hiç okumadığı , hiç yazmadığı , notalarda hiç aramadığı babası. . .
ölümle ölümsüzleşmiş babası. . . ölümle ölmüş babası. . . ölümün notalarına yazılmış ve hiç çalınmamış babası. . . sonra ağa takılan bir yığın soru işareti , bir yığın ünlem. . .
(o terasta , o iki odalı evde , iki ayrı odada , iki ayrı hayat , iki aynı dövüş , iki aynı zafersizlik. . . sonrası hep erkekler , hep kitaplar , hep tütsüler , hep kısık yanan ışıklar. . . mumlar. . . klasik müzik. . . piyano. . . sonrası hep sonrası işte. . .
sonrasız. . .)
x.
önce (neyin öncesiyse işte) o kırsal , karasal kasabanın boğuk rüzgarlarından sığınmak için kendine kurduğu sığınağı ; kütüphanasi yani. . . yani önce kütüphanesi. . . önce sığınak. . . ( hayat hep sığındırmış onu. . . kitaplara , mumlara , tütsülere , korkulara , piyanoya , klasik müziğe ve erkeklere. . . sığınak olamayacak kadar batakhane olan ; erkeklere. . .)
okudukça sonu gelen , okudukça sonu gelmeyen satırlar , dizeler. . . biten kitapları sığınağa (kitaphanesine) koyarken esen boğuk rüzgarlar. . .
Tijen’i boğan kırsallık ( karasallık) , Tijen’i boğan analık (anası). . . bir cenin dokuz aylık içiçeliğini bu denli yadsıyabilir mi ( Tijen neleri yadsımıyor ki. . .) bu karaktersiz kalabalık , bu ölü doğmuş düşler , bu sevgisiz aşklar ( aşksız sevgiler , sevgisiz nefretler , kinlerle beslenen tutkular ve daha neler neler )
Ne kadar alışıldık olmuş herşey. . .
Tüketmeye (üretmeden) ve yalınlığa (karmaşmadan) ne çok alışmışız. . . ne çok alışmışız. . .
Mahremiyetten ne kadar mahrumuz.
xı.
En zevk dolu , keyif dolu yılları genç kızlığı sanki. . . (en azından öyle hissediyor) en azından şehre gelmiş artık. . . karasal kırsallık uzak ama savaştan kaçmış bir komutanın ezikliği var gözlerinde , yüreğinde. . . hükmen yenik saymış kendini. . .
Yatılı okurken ilk kez beraber oluyor bir erkekle , yatılı okurken yatıyor bir erkekle. Böyle giriyor erkekler hayatına , bir sığınak gibi görünüp dipsiz ve karanlığa sürükleyen mağaralara dönüşüveriyorlar. . . yatılı okurken anlıyor Tijen ; erkekler sığınılmayacak kadar sığ. . .
(hayatının uzayan yıllarındaysa derin olan tek kurumun çelişkileri olduğunu anlıyor. . .)
herşey sığ. . . sığınaklar da ?. . .
yatılı yıllarında öğreniyor piyanoyu , klasik müziği , oda arkadaşlarında görüyor tütsü yakmayı , mum yakmayı. . . kitaplar dışında edindiği tüm sığınaklarını yatılı yıllarında öğreniyor.
Şehir burası ; kırsal değil , karasal değil sığınaklara ihtiyaç yok aslında ama sığınmak alışkanlık olmuş Tijen’de (korku sevecenliğinin kaynağı da tam bu yıllar işte –yatılı yıllar-- )
Zaten bundan sonra hayat hep yatılı Tijen için , bir daha hiç dönmüyor o kırsal kasabaya , yabancı yerlerde sürüyor hayat hep , gerçi o kasaba da ne kadar ‘yurt’ ki?
(yalnız birkez dönüyor yadsınmış ‘yurduna’. . . annesinin ölümü için dönüyor. Defnettikleri gece kalıyor orada , hiç ağlamıyor. . . cenazede herkes duasını okuyup ayrılırken Tijen ne dua ediyor ne de o tür herhangi birşey ; yalnızca taze örtülmüş nemli toprağın üzerine eğilip ‘savaş bitti anne’ diyor –annesine ilk kez anne sıfatıyla hitabı bu , ilk kez--. . .)
xıı.
Yüksek okul , üniversite yani. . . devletten aldığı burslarla ayakta duruyor hep. . . ama devletin maneviyatı yok ki. . .
tekrar erkekler. . . bir avuç maneviyat bulma ümidiyle. . .
ve tekrar kırılan ümitleriyle bir başına kalışı. . .
politik karmaşalar hergün bir arkadaşından ediyor Tijen’i (fikir ayrılıklarından falan değil ha , Tijen politikaya zırvalık gözüyle bakıyor , annesiyle olan savaşı bile kaybettiğine inanmışken başka savaşlara hiç yüreği yok , savaş istemiyor artık. . .)
hergün bir arkadaşını tıkıyorlar içeri. . .
arada bir ziyaret ediyor onları , burslarıyla ayakta durduğu devlete karşı hep mağrur hissediyor kendini bu ziyaretlerinde. . .
hep çelişki , hep çelişki. . .
çelişkileri varlığının kanıtı gibi , çelişmeyince varlığını hissetmiyor. . .
(çelişiyorum öyleyse varım)
üniversite bittiğinde artık hayat birebir dikiliyor önünde. bundan sonra sınavlarla kazanılacak burslar yok. . . tek akrabası , destekçisi olan ‘devlet’ de ansızın kayboluyor. . . hayat kazanmak lazım , para kazanmak lazım
(para = hayat) ne saçma ve ne gerçek ; ne çelişki !
xııı.
Bir yandan çalışıyor , bir yandan evlere gidip piyano dersleri veriyor. . . yeni insanlar görmeye , tanışmaya bayılıyor. . .
Bir insan delisi o
Kırsal çocukluğundan kalma miraslar bunlar. . . ne zaman kalabalığa çıksa yeni insanlar görse tanışsa konuşsa kendini arıyor o insanlarda. . . grift bir ayrıntı. . . onları kendisiyle aynı kılabilecek , yakın kılabilecek bir ortaklık arıyor. (akrabasızlık, sevgisizlik zor şey , dünyada bir başına olduğunu bilmek delirtir adamı , insan delisi yapar. . .)
Tijen bir deli. . .
Sokaklarda , kalabalıklarda herkesin yüzünü görebilmek için ölesiye paralıyor kendini , sanki gördüğü her yüz bir kazanç onun için. . .
Hayatı kendini aramak
Hayatı hergün delirmek
Kalabalığı bunca severken , yalnızlığını da seviyor. Yalnızken kendi kendine hep sorular soruyor , cevaplar veriyor. Kalabalıkta kimi aradığını daha iyi saptayabilmek için. . .
(kendini ararken bilmen gereken ilk şey kim olduğun , aradığının kim olduğu. . .)
xıv.
Zamanlar birbirinin içine geçerken ilk kez ‘kendine ait’ bir mülk ediniyor. . . hayatında ilk kez birşeylerden birinci tekilin sahiplik kipinde bahsetmeği hissediyor.
Tıpkı annesiyle yaşadığı yıllardaki gibi teras , tıpkı annesiyle yaşadığı yıllardaki gibi iki odalı bir ev. . .
( sanki herşeyi yeni baştan yaşamak için , bitirilmiş bir savaşın sonunda yapılan , savaşa adanmış bir anıt gibi. . . )
en baştan , herşeye. . . . . .
tam da birşeylere yeniden büyük bir hınçla başlarken yeni bir erkek ? belki. . . ama emin değil , çok rastlantısal olursa , şu filmlerdeki gibi. . . o zaman olabilir. . .
beklemeye başlıyor. . .
xv.
Beklentileri uzak , beklentileri kimsesiz , beklentileri çıldırtıcı. . .
Ne bekliyor. . . beklediği hiç gelmiş mi. . . gelse beklenti olur mu. . . en azından hiç geleceğine dair bir işaret vermiş mi. . .
Tijen biliyor ne beklediğini. Biliyor. . .
Aşkı bekliyor. . . ne annesinden , ne babasından (o da kimse) , ne de devletten göremediği aşkı bekliyor. Ama öyle bir aşk bekliyor ki hepsinin toplamı , hepsinin derlenmişi , hepsinin temize çekilmişi. . . saf aşk , içinde sade korku bulunmalı (herşeyde bulunacağı kadar)
maneviyatının tüm eksik kalmış yanları tamamen doldurulmalı
Kırsal bir aşk bekliyor. . . boğuk , tek düze , sapasağlam bir aşk. . .
Son sevgilisi. . . şu uçurtma uçurmaya başarısız partner olan. . .
(Tijen’le kim başarabilir ki. . . uçurtmaları lanetlenmiş onun , tanrılar göğe bir parça da olsun çıkmasını yasaklamışlar)
son sevgilisi bir parça ümitti o ‘saf’ aşk için. . . öyle bir aşkın varolma olasılığının düpedüz kanıtıydı işte. . . Fars’tı çocuk , adı Nadir’di.
Nadiriyetin inlediği bir kıyıydı yüreği. . . bir erkekten beklenmeyecek kadardı. . .
( bunca yıkılmışlığına rağmen Tijen yine erkeklerde arıyor uçsuz beklentilerini
bunca yıkılmışlığına rağmen yine erkeklerde arıyor ‘kendini’ , ne büyük bir budalalık bu , ne büyük bir dersalmazlık ,
ne büyük çelişki. . .)
acaba neredeydi şimdi Nadir ? bilse yanına gidecek miydi Tijen ? cevabını kim nereye gizlemişti bu soruların. . .
Nadir’i düşününce Tijen , sorularla Nadir’i düşününce , aklına Nadir’le bir sohbeti geliyor. . .
(us bir kez başladı mı anılar denizinde sürüklenmeye uslanmaz ki bir daha)
bıkkınlığın uçurumundan sarkmışken birgün , Tijen Nadir’e sorduğu soruyu anımsıyor. . .
“niçin bu hep bir çember etrafında dönüşümüz , niçin bu akılalmaz tekerrür , ne yapmak için. . . ne bir adım ötesi var ne bir adam berisi. . . bittikçe baştan başlamak niye. . . senin şu inandığın yüce tanrın aklını kaçırmış kullar mı seviyor , ha cevap ver bana , madem inanıyorsun , madem tanrın o senin , hadi kulu ol da cevap ver. . . niye. . .”
Tijen’in öfkesine , kibirine ( Tijen kibirliydi. . . o yüzdendi tanrıya inançsızlığı , o yüzdendi yüzsüzlüğü , ders almayışı ) ve yüksek tonlu sesine rağmen Nadir sakince cevap verdi “haklısın bir çember bu. . . ama boyutun eksik , çembere bir kez de gel yanımdan bak , göreceğin şekil bir spiral olacak , ucuna doğru sürekli sivrilen bir spiral. . .” Tijen sustu. . . bunca sene , bunca kitap. . . hiç mi birşey öğrenmemişti. . .
İlk kez bir erkek onu bu yönden yıkmıştı. . . ilk kez derin bir erkekti işte. . .
Hatırında kalan ufak ayrıntılar bile zekasına dair Nadir’in. . . ne de olsa satrancı bulan ırkın elemanı o. . .
Irk mı ?
xvı.
“Kapı çalıyor. . . yoksa bu da usumdan uydurduğum bir yanılgı mı. . . hayır hayır kapı çalıyor , hadi Tijen git de kapıyı aç. . .”
kapının çalışıyla gerçek dünya irkiliveriyor. . . tekrar buradayız işte. . . yağmur yağmış dışarıda azönce. . . toprak ıslak kokuyor. . . gelen de kapıcı. . . sabaha ne lazım diye soruyor. . .
herşey isminde çözülüveriyor Tijen’in. . . (ismi bile isminde çözülüyor)
saatlerdir düşüncedeymiş meğer , akşam oluyor. . . dışarıya bakıyor pencereden. . . bahar , hafif rüzgar, şu yağmur sonrası kesik esenlerden , tam uçurtmalık. . . gökkuşağı da iyice belirirken son deminde günün , ne uçar uçurtma. . .
ne de çabuk dalınıyor düşüncelere. . .
yine dalıverdi düşüncelere. . . yalnızlık zor işte , hep düşün , hep düşün. . . kıramadığın bir zincirin içinde ölesiye paradoks , ölesiye spiral. . .
bu kez de telefon. . . “birkez koptu ya iplik , düşünmek haram artık”
“kim arar ki akşamın bu saati. . .”
arayan Nadir’miş. . . işte tıpkı filmlerdeki gibi. . . “bu kez göreceksin uçacak uçurtmam. . . tanrılara meydan okurcasına. . . bu akşam Nadir’le yemeğe çıkıcam. . .”
diyor Tijen kendi kendine. . . içinde ‘ya uçmazsa’ korkusu hala canlı. . .
odasına geçiyor. . . güzel birşeyler giymeli bu gece , bu gece bir binbir gece masalı olmalı. . .
odasının penceresinden dışarı yarı çıplak bakarken gözüne ansızın telefon teline takılmış uçurtma takılıveriyor. . .
hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlıyor Tijen. . .(hayatında ikinci kez , ilki de doğduğu an ki zırlama işte) “uçsa bile tele takıldı” diyor. . . hıçkırıkların arasından bir kahkaha patlıyıveriyor sonra “ama uçtu değil mi , uçtu işte , uçtu. . .”
(saf aşk olmuyor mu ki , derlenmiş düzenlenmiş , arınmış aşk. . . takılacak illaha bir telefon teline. . .)
takılacak binbir gece masalları. . .
2-4 ağustos ’99
ankara